Sosyal psikolojiye biraz ilgi duyanlar yazı başlığını okur okumaz tutum ve davranışlar üzerine bir şeyler okuyacağını düşünebilir. 
Tutum ve davranışların bir birleriyle ilişkisi, tutumun hangi durumda ne oranda davranışa dönüştüğü üzerine birçok makale yazıldı. Kitaplara konu oldu, olmayı da sürdürecektir. 
Bu deneme yukarıda sözü edilen akademik konuyu gündelik dile aktarma çabasıdır. 
İnsanların bilmek ile yapabilmek arasındaki ilişki üzerine çok uzun zamandır düşündüklerini, “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” atasözünden de anlayabiliyoruz.
Bu işin bir yanı. Doğruyu söylese de o veya bu nedenle bunu yapmayanlar, doğru bildiğini hayata geçirmeyenler için söylenmiş bir söz.
Bilmenin yapabilmek için yeterli olmadığı birçok durumdan söz edilebilir. Bunlar kişinin kendisine bağlı olabildiği gibi yaşadığı çevre ve toplumla da ilgili olabilir.
Kişi bildiğini özgür iradesiyle yaşama geçirmeyebilir; beklentilerini karşılamayacağını, riskli içerdiğini, zahmetli olacağını vb. düşünerek ya da canı istemediği için bu kararı verebilir. Seçim kendisinindir.
Diğer yandan bildiklerini yapabilmesine yine kişinin fiziksel durumu, sağlığı engel olabilir.
Çoğunlukla da bildiklerimizle yapabileceklerimizin arasında toplum vardır. İnsan tarafından konulan ama bir süre sonra insandan özerkliğini kazanıp insana tahakküm eden toplum kuralları, bilmenin yapabilmeye dönüşmesine engeller çıkarabilir.
Bunu aşabilen, bu uğurda bedel ödeyen insanlar sayesindedir toplumun ilerlemesi; insanın biraz daha insan olmaya doğru yol alması…
Bir de psikolojinin bilinçdışı diye tanımladığı, yıllar içinde zihnimizin derinliklerine gömdüğümüz, nörobiyolojik alt yapıda koruduğumuz ve farkında olmadan duygularımıza, davranışlarımıza yön veren geçmiş yaşantılarımız da bilmekle yapabilmek arasında bazen engelleyici, bazen de destekleyici rol oynar.
Jung bilinç dışımızın sadece kendi kişisel yaşantımızdan oluşmadığını ileri sürerek kolektif bilinçdışından da söz eder, kuşaktan kuşağa aktarılan. Bilinçdışımızın bir bölümünü bu kolektif bilinçdışının oluşturduğunu söyler.
Bilinçdışı sanırım en çok duygulanımda kendini gösterir. 
Yaşadığımız bir olayda öfkelenecek bir şey olmadığını biliriz örneğin ama öfkeden çıldırabiliriz. Bilişle duygu örtüşmez. Anlarız ki bilinçdışı devrededir.
Üzülecek bir şey olmadığını biliriz ama derin bir kederin içine yuvarlanmaktan kendimizi alamayız mesela.
Korkulacak bir şeyin olmadığı bazı durumlarda korkudan ödümüz patlar.
Anlayacağınız bilmek yapabilmek için çoğu zaman yeterli değil. Aralarında kişiden kişiye değişen sürekli bir açı var. 
Sanırım insanın kişisel tarihinin nasıl gelişeceğini belirleyen en önemli çabalardan biridir bu alandaki yetersizliğini giderme uğraşısı. 
Bildiğimizle yapabildiğimiz arasındaki açı daraldıkça, bilginin eyleme dönüşme oranı arttıkça daha bir insan oluruz.
Dünya üzerindekiler için daha yaşanır bir hale gelir.
Sanırım öyle olur.