BABA

Abone Ol

Bugün kız kardeşim Pervin eşini kaybetti. Kalp krizi herkesi çok hazırlıksız yakaladı ve her şey bir anda olupbitti.

Babamın ölümünden iki sene sonra onun ve nezdinde, sonsuz yolculuğuna çıkmış babaların anısına yazdığım yazıyı bu kez yeğenlerim Hasan Can ve Gizem’in babaları Mutullah Yağcı anısına, onlara, kardeşime ve tüm sevdiklerine sabır dileyerek,  tekrar paylaşıyorum.

Sonsuz yolculuğuna devam eden Mustafa Kemal İnce ve sonsuz yolculuğuna başlayan Mutullah Yağcı ışıklar içinde yol alsın…

“Babamın aramızdan ayrılması iki sene oldu; dünyaya biyolojik, sosyolojik, kültürel miras olarak beni ve kardeşlerimi geride bırakarak…

Bir erkeğin biyolojik mirası, tek başına baba olmasına yetip yetmediğine dair farklı görüşler vardır; bu tartışma sosyal bilimlerde ve sanatta birçok esere konu olmuştur.

Çocuğun gelişimine, kişiliğinin oluşmasına yaptıkları, yapmadıklarıyla ve yapamadıklarıyla etki eden, onda yaşamı boyunca sürecek izler bırakan babanın bu eylemi çocuğuna ve dolayısıyla topluma bıraktığı sosyal ve kültürel mirastır.

Gerek ailede, gerekse toplumda sergilenen babalık rolünün babadan babaya gösterdiği benzerlikler, farklılıkları görmezden gelecek kadar fazladır.

Bu da bize babalığın öznel bir şey olmaktan çok sosyal ve kültürel bir şey olduğunu söyleme imkanı sunmaktadır.

Baba kendine öğretilen babalık rolünü, toplumla, ailesiyle, çocuklarıyla kurduğu ilişkilerinde özelleştirse de çok azında kendi rengi toplumun renginden baskın olabilmektedir.

Kişiselliği toplumsal mirasın içinde eriyen babalık rolünün oluşmasına, tarihin bir yerinde, gelenek ve kültürden sonra devlette katılmış ve düzenlediği hukuki metinlerle yasal alana da taşımıştır.

Binlerce belki de onbinlerce senedir, sosyal ve siyasi gelişimin bir döneminde, üzerine devleti de bir şemsiye olarak alan toplumda erkek egemen bir düzen hüküm sürmektedir.

Babalık rolü erkek egemen düzenin bir parçasıdır: sert, otoriter, cezalandırıcı, seyrek ödüllendirici, zayıflık olarak düşünülen sevgisini ve gözyaşını göstermeyen, koruyucu, kollayıcı, ailenin, çocuklarının, toplumunun, ülkesinin sorumluluklarını üstlenen…

Korkulan, zaman zaman nefret edilen; gördüğü saygının sevgiden mi, korkudan mı, geleneklerden mi kaynaklandığını bilemeyen; bu dünyadan bunu öğrenemeden göçerken bu rolü miras olarak erkek çocuğuna/ çocuklarına bırakan bir baba rolü…

Babasız büyümüş çocuklarda bile bir babalık kavramı oluşturacak kadar toplumsal, onu özletecek kadar kişisel, güçlü bir rol.

Son birkaç yüzyıldır değişen ekonomik, sosyal düzen, insan ilişkilerini, insanların toplumsal rollerini de değiştirdi.

Erkek egemen bir toplumdan daha eşitlikçi bir topluma doğru başlayan değişim hızlanarak devam etmekte, ev içindeki roller de demokratikleşemeye doğru evirilmektedir.

Babalık rolü de gerek toplumsal gerekse ev içi rollerin değişmesinden nasibini almaktadır.

Babalar artık otorite figürü olmaktan çıkma; korkuyla, cezayla anılmaktan kurtulma sürecine girmektedir.

Anlayacağınız ataerkilliğin yerini eşitlikçi bir topluma bırakmaya başlaması, toplumun ve ailenin demokratikleşme yolundaki kat ettiği mesafe en çok babalara yaradı, yarıyor ve yarayacaktır…”