Bilgisizlik ve Cehalet

Abone Ol

Okumak çoğu kişi tarafından boş zaman değerlendirme aktivitesi olarak görülür. 'Boş zamanlarında ne yapıyorsun?' sorusuna cevap olarak, birçok şeyin yanısıra 'kitap okurum' diye de eklenir. Oldum olası anlam veremediğim bir şeydir bu. Okumak, bir hobi ya da boş zaman değerlendirme aktivitesi olamaz, olmamalı. Okumak, bir insanın kendini tanıması, anlaması ve tamamlaması için atacağı ilk ve belki de en önemli adımdır. Okumayan insan ne yaparsa yapsın, neyle uğraşırsa uğraşsın; boşa yaşanmış bir ömürden fazlası değildir, olamaz. Çok parası, çok iyi bir işi veya yüzlerce arkadaşı da olsa; en temelde kendini tanıyamamış, tamamlayamamış, anlayamamıştır. Kendini tanımayan, tanımaya çalışmayan kişi de toplumun dayattığı rollerden kendisine uygun bir kalıp seçip, sorgulamayan yığınların arasına karışıp gider. Ne özgün bir fikri olur, ne de gerçek anlamda insanlığa bir faydası.

Birçok insan okumaya vakit bulamadığını söyler. Bu kendimize söyleyebileceğimiz en büyük yalanlardan biri, belki de en kötüsüdür. Çok zor ve yoğun bir işte çalışıyor olsakta, okumak için her zaman vakit vardır. En olumsuz durumda bile, her gün 15 dakika az uyku ile okuma vakti yaratılabilir. 15 dakika az uyumak, hiçbir insan için çok büyük bir kayıp oluşturmaz. Aksine her gün 'en az' 15 dakika kitap okumak, tahmin edemeyeceğiniz kadar çok şey kazanmanızı sağlar. ''Ne kadar meşgul olduğunu düşünürsen düşün, okumak için zaman ayıramazsan cahilliğe teslim olursun'' der Konfüçyüs. Cehalet ile bilgisizliği sakın karıştırmayın. Bilgisizlik çözümü olan bir problemdir. Ne yazık ki cehalet için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Cahil insan, her konuda fikir belirtir ve bilmediğini asla kabul etmez. Özetle, insanın kendini öğrenmeye kapatması durumudur. Bu sebeple tedavi edilmesi, bilgisizlikte olduğu gibi kolay değil; hatta neredeyse imkansızdır.

Bilge insanın en belirleyici özelliği, bildiklerinden aynı zamanda şüphe etmesidir. Çünkü insan ne kadar çok okursa, en nihayetinde öğreneceği en büyük gerçek; ne kadar az şey bildiği, bildiklerinin de kesin olmadığı olacaktır. Zaten okumanın amacı daimi bir öğrenme ve kendini geliştirme süreci sağlamaktır. Hepimizin bilmediği birçok konu, bilgisiz olduğu birçok alan vardır. İşte okumak tam da bu eksiklikleri gidermek için elzemdir. Okudukça ne kadar az şey bildiğinin farkına varan insan, daha çok okuma ihtiyacı hissedecektir. Bu ihtiyaç her seferinde daha fazla artan bir şekilde seyretmelidir.

Alain de Botton ''Bilgi sahibi olmak; yalnızca bir şeyin doğru olduğunu bilmek değil, aynı zamanda öteki seçeneklerin niçin yanlış olduğunu da bilmektir'' der. Fakat günümüzde bilmiyorum diyen insana rastlamak oldukça zordur. Herkesin her şeyi bildiği bir dönemde yaşıyoruz. Bilinenler ise ne yazık ki fanatik kişiler, inançlar ve fikirler etrafında sorgulamadan şekillenen ve aktarılan safsatalardan ibaret. Herkes aynı ya da benzer şeylerin farklı uçlarını kendine doğru çekerek ya da esneterek oluşturduğu bir gerçeklik içerisinde yaşıyor ne yazık ki. Gerçekten okuyan, araştıran ve sorgulayan insanlar ise ya dışlanıyor ya da bile isteye bu kalabalıklardan uzaklaşma ihtiyacı hissediyor. Bu durumun sonucu olarak da kitleler, yozlaşmış yığınlar halinde oradan oraya savrulup duruyor. Bilge insan ya da en azından öğrenmek isteyen insan ise ister istemez sistemin dışına itiliyor. Azınlıkta kalan bu kişiler, toplumda yer bulamadığı gibi toplumu değiştirme gücünü de kendinde bulamıyor. Sonuç olarak ya kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor ya da çoğunluğun arasında şekillenmeye ve onlara benzemeye başlıyor.

İşte tam da bu yüzden okumak, en temel ihtiyaçlardan biri olarak anlatılmalı ve aktarılmalıdır. Yemek yemek, uyumak, nefes almak gibi... Çünkü okuyan insan sorgular, sorgulayan insan da körü körüne inanmaz. "Okuma ihtiyacı barut gibidir, bir kere tutuşunca artık sönmez.'' der Victor Hugo. İşte mesele bu tutuşmayı sağlayabilmektir. Bu da küçük yaşlarda daha kolaydır. Toplumların geri kalmışlığının giderilmesi için eğitim şarttır. Fakat burada kastedilen eğitim, bizdeki gibi yıllarca belirli şeyleri ezberleten ve yarış atı gibi sınavdan sınava koşturan bir anlayış değildir, olmamalıdır. Çocuklarımızı okul sıralarında yıllarca eğittiğimizi düşünürken, gerçekte olanın onlara hiçbir şey öğretmediğimizin farkına varmamız gerekiyor. Halbuki uygulanması gereken en temel eğitim, okuma alışkanlığının kazandırılması ve okumanın temel, yaşamsal bir ihtiyaç olduğunun her bireye anlatılmasıdır. Sistemi bu şekilde kurduktan sonra, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Okumayı yaşamsal bir ihtiyaç olarak gören her birey; artık kendi kendisini tanıyabilecek ve geliştirebilecek mekanizmaya da sahip olacaktır. Sırf bunu yapabilmek bile, vermiş olduğumuz ve on yıllar süren eğitimden daha fazla fayda sağlayacaktır.