Diploma sahtekarlığı ve negatif seleksiyon

Abone Ol

Günlük konuşmalarımızda bazen, inanılamayacak derecede çetrefil, akıllara durgunluk veren ve artık bu kadarı da olmaz diyebileceğimiz olaylarla karşılaştığımızda, söz konusu bu olayı birbirimize mizahi bir dille anlatmak için kullandığımız; “Olmaz, olmaz deme! Olmaz, olmaz” şeklinde ifade ettiğimiz bir deyimimiz vardır. Bu kısa deyimle anlatmaya çalıştığımız şey aslında, Türkiye’de olmaz diyebileceğimiz hiçbir şeyin olmadığı ve olmaz diye bildiğimiz veya asla olamayacağını zannettiğimiz her şeyin ise çok rahatlıkla olabileceği gerçeği ve böyle anormal bir durumla karşılaştığımızda ise bunu olağan bir şeymiş gibi doğallıkla karşılama alışkanlığımız ve aymazlığımızdır. İşte son haftalarda, tam da bu deyimle ifade edebileceğimiz ve bu alışkanlıkla görüp izleyebileceğimiz, kanımca son yılların en büyük skandalı patlak verdi. Televizyonların haber ajanslarına ve gazetelerin manşetlerine yansıyan bazı haberlere göre, kimi üst düzey kamu görevlilerinin e-imzalarını kopyalayan bir suç ve çıkar örgütü, ehliyet sınav sonuçlarını değiştirmekten sahte üniversite diploması düzenlemeye kadar sayabileceğimiz pek çok suç eylemini gerçekleştirmiştir. Olay kamuoyuna “diploma sahtekarlığı” olarak yansımış, kimi çevrelerde infial ve genel olarak ise büyük bir sansasyon yaratmıştır. Olaya ilişkin olarak İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, sahte e-imza operasyonlarında 57 sahte diploma, 108 sahte sürücü belgesi, dört sahte lise mezuniyet belgesi bulunduğunu belirtmiş, şüpheliler hakkında “kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yayma”, “bilişim sistemindeki verileri bozma yok etme, erişilemez kılma, sisteme veri yerleştirme”, “bilişim sistemine hukuka aykırı müdahale suretiyle haksız çıkar sağlama” suçlamalarıyla 50 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandığını ve soruşturmanın ise halen devam ettiğini açıklamıştır. Aynı “diploma sahtekarlığı” olayına ilişkin olarak Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise, “sahte diploma” ve “sahte e-imza” soruşturması hakkında 06/Ağustos/2025 günü sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda; “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13 Ağustos 2024 tarihinde başlatılan soruşturmalar kapsamında bazı kamu kurumlarının bilişim sistemlerine girerek sahte elektronik imzalarla işlem yaptıkları tespit edilen şüpheliler hakkında 21 Mayıs 2025 tarihinde kamu davası açıldığını, adli soruşturmanın, yaklaşık 1 yıldır büyük bir titizlikle sürdürüldüğünü; Bu kapsamda; bazı kamu görevlilerine ait elektronik imzaların sahte olarak üretildiği ve bunlarla kamu sistemlerine yetkisiz erişim sağlanarak sahte kayıtların oluşturulduğuna yönelik usulsüz işlemlerin ortaya çıkartıldığını, gizli olarak yürütülen soruşturma sürecinde elde edilen deliller doğrultusunda farklı zamanlarda yakalama ve gözaltı işlemlerinin gerçekleştirildiğini, bu kapsamda 220 kişi hakkında adli işlem yapıldığını, bunlardan 199 şüpheli hakkında kamu davası açıldığını, diğer 37’si hakkında tutuklama kararı verildiğini, 150 kişi hakkında adli kontrol hükümleri uygulandığını ve bu süreçteki soruşturma ve kovuşturmaların halen devam ettiğini” açıklamıştır. Türk eğitim tarihinde bugüne kadar bir örneği daha görülmemiş olan tarihin bu en büyük” diploma sahtekarlığı” olayına ilişkin yapılmış olan resmî açıklamalar, yukarıda özetle açıklamaya çalıştığım gibidir. Ancak, pek çok ilgilinin de çeşitli televizyon programlarında ve gazete yazılarında açıkladıkları gibi bu resmi rakamlar ve verilen bilgiler, buzdağının sadece görünen kısmıdır. Bu olayın kökleri çok daha derinlerde ve boyutları ise tahminlerimizden de de çok daha büyük ve çok daha kapsamlıdır. Tabii soruşturmalar devam ettikçe olayın gerçek boyutları da daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır. Sahte diploma olayına ilişkin bazı örnekler kamuoyuna yansıdıkça, güleriz ağlanacak halimize misali, aslında oturup hüngür hüngür ağlamamız gereken bazı tirajı-komik olaylara da rastlamıyor değiliz. Örneğin televizyonlarda adından çokça bahsedilen Osmanlı Padişahı ikinci Abdülhamid’in dördüncü kuşaktan torunu olduğunu iddia ederek ve tarihi gerçekleri çarpıtarak Cumhuriyet düşmanlığı yapan malum kişinin de diploması sahte çıktı. Yine aynı şekilde, asıl mesleği halı yıkamacılığı olan ve televizyonlarda psikolog olarak çokça programlara çıkarak ahkam kesen ve Klinik Psikolog olarak profesyonel terapiler yapan sözde ünlü psikoloğun da hem lisans hem yüksek lisans ve hem de Doktora diplomaların sahte çıktı. Şimdilik kaydıyla üniversitelerde görev yapan 400’ün üzerinde doçent ve profesörün de diplomalarının sahte olduğu söylenmektedir. Doktorluk gibi, avukatlık, öğretmenlik, mühendislik, polislik ve maliyecilik gibi bir üniversite eğitimi sonucunda elde edilen diplomalarla icra edilebilen pek çok meslekte şimdilik sayısını bilemediğimiz kadar kişinin hak etmedikleri bu meslekleri icra ettikleri söylenmekte, yazılıp çizilmekte ve anlatılmaktadır. Bu olay, sanıldığından da çok vahim, çok sakıncalı ve olumsuz etkileri çok daha uzun yıllar sürecek toplumsal bir hastalıktır. Topluma ve insanlara verdiği zararlar ve sakıncalar zamanla daha somut bir biçimde ortaya çıkacaktır. Üniversite diploması tarihin hiçbir döneminde bu kadar ayağa düşürülmemiş ve üniversite kavramının içi tarihin hiçbir döneminde bu kadar boşaltılıp değersizleştirilmeye çalışılmamıştır. Bu olayla birlikte Türk eğitim tarihine büyük bir kara leke düşürülmüştür. Bütün bunlar başlı başına birer araştırma ve inceleme konularıdır. Olayın bir de hukuki boyutu vardır. Bizim ceza hukukumuza göre bunun adı “unvan hırsızlığıdır.” Bu hırsızlığı yapanlar elbette ki gereken cezalara çarptırılacaklardır. Olay çeşitli şekillerde araştırılıp, inceleniyor ama, naçizane bendeniz de şu noktaya dikkat çekmek istiyorum, bir toplumda nasıl oluyor da bu kadar çok sayıda kişi, hiç hak etmedikleri ve uğrunda alın teri dökmedikleri sahte diplomaları bilerek satın almak suretiyle ve bunu gerçekten hak edenlerin haklarını bile isteye gasp ederek hiçbir bilgi sahibi olmadıkları, uzmanlık gerektiren bu meslekleri büyük bir pişkinlikle ve bir tiyatro artisti gibi rol yaparak icra edebiliyorlar? Ve bunların muhatapları da hiç farkına varmadan ve itiraz etmeden bunları benimseyebiliyor? Bu konunun da üzerinde ayrıca durulması gerekir diye düşünüyorum. Tabi olayın bir de sosyolojik boyutu var. Sosyolojik olarak bu sahte diploma olayı kelimenin tam anlamıyla, çok önemli bir sosyolojik hastalık olan “negatif seleksiyon” örneğidir. Seleksiyon kavramı bilimsel literatüre Charles Darwin ile birlikte girmiştir. Doğal seleksiyon” kavramı ile doğada güçlü olan türlerin yaşamda kalması ve zayıf olanların ise ölmesi ve giderek türlerinin yok olası ifade edilir. Pozitif doğal seleksiyonun tam tersi olan kavram ise Negatif seleksiyondur. Kısaca belirtmek gerekirse negatif seleksiyon, kötülerin elenmesi yerine, iyilerin elenmesi durumudur. Sosyolojide bu durum “İyiyi cezalandır, kötüyü ödüllendir” şeklinde tanımlar. Yani negatif seleksiyon, bir toplumdaki en kötülerin en başa, en iyilerin ise en dibe doğru itildikleri bir süreçtir. Halk deyimiyle negatif seleksiyon ayakların baş, başların ise ayak olduğu bir düzendir. Bu kuram, 1999 yılında Dunning ve Kruger adlı iki psikoloğa Nobel ödülü kazandırmıştır. Bu bilim insanları, yaptıkları bilimsel araştırmalarda, bilgili ve yetenekli insanların, “dolu başak eğik olur” misali hoş görülü, alçak gönüllü ve mütevazı olmaları nedeniyle geri planda kalmalarını ve cahil insanların ise, “boş teneke çok ses verir” misali cahil cesaretiyle üst düzey yerlerde olmalarını konu edinmişlerdir. Yapılan çeşitli araştırmalar sonucunda, liyakatli insanların “acaba bu görev için yeterli olabilir miyim?” endişesi taşıdıkları ve buna karşılık olarak yetersiz insanların ise “bu işi benden daha iyi yapacak kimse yok” düşüncesiyle hareket ederek ve adeta yırtınırcasına ön plana geçmek için büyük bir çaba harcadıkları şeklinde bazı tespitler yapılmıştır. Bu sürecin, siyasal sistem tarafından sıkı bir şekilde denetlenmemesi ve uzun sürmesi durumunda üstün yetenekli, donanımlı ve liyakatli insanlar içinde yaşadıkları toplumlarına küsmekte ve geri çekilme davranışı göstererek kendi kabuklarına çekilmektedirler. Ya da kendilerini bulabilecekleri gelişmiş ülkelere göç etmektedirler. Tabii böyle bir döngünün bedelini de tüm toplum, hep birlikte ödemektedir. Böyle bir negatif seleksiyon süreci, her toplum için toplumsal çöküşü başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Sosyolojik anlamda negatif seleksiyonun yaşandığı Türkiye gibi toplumlarda büyük bir toplumsal kaos ve oradan da yok oluşa doğru giden, netameli bir süreç yaşanabilmektedir. Diploma sahtekarlığının eğitim sistemimizde yarattığı tahribat, suçlu ve sorumluların cezalandırılmasıyla ve eğitim sisteminde palyatif bazı düzenlemeler yapmakla düzeltilemez. Bunun için tıpkı 1930’larda olduğu gibi çağdaş, köklü ve çok kapsamlı bir eğitim devrimi yapılmalıdır. Eğitimin sorunları ancak böyle bir devrimle düzeltilebilir. Yoksa, çağ dışı, karanlık bir belirsizliğe doğru hızla savrulan bu süreç ne yazık ki durdurulamaz ve bunun sonucunda kaybeden hepimiz oluruz.