Baldwin, 1956 yılında Giovanni’nin Odası’nı ilk defa yayımlandığında karşılaşacağı her durumu öngörmüş ve bundan sonraki süreçte göreceği tepkileri az çok saptayabilmiştir. Afro-amerikan bir yazarın beyaz eşcinsel bir karakteri yazması. 1956 yılı için bu denli şaşırtıcı derecede başka ne yapılabilirdi ki.

20. Yüzyıl Amerikan Edebiyatı’nın dönüm noktalarından biri olan kitabın karakteri beyaz eşcinsel, yazarı ise siyahi bir eşcinseldi. LGBTİ kavramına uzak olunan, eşcinsel haklarının lafının dahi edilmediği o yıllarda eşcinsel aşk, cinsellik, duygu karmaşaları ve kimlik arayışı gibi konuların bu derece açıklıkla islenebilmesinin getireceği sesi tahmin edebilirsiniz. 1969 Stonewall ayaklanması çok önemli bir dönüm noktasıyken bu kitap 1956 yılının ortasına düştü.

Kitabın işleyişinde bahsettiğimiz bütün temaların dağılışına bakmaya ise olayları gözünden izlediğimiz David ile başlayabiliriz. Paris’te yaşamaya başlayan bir Amerikalı. Çocukluğundan itibaren kendi iç çelişkileri ile baş etmeye çalışan, bu durumu kimi zaman babasına kimi zaman ilk deneyimini yaşadığı yakın arkadaşı Joey’e, kimi zaman da aynadaki suretine yansıtan David. Ilk kez birlikte olduğu Joey’den hızla kaçarken kendi benliğinden kaçtığının, büründüğü sert ve öfkeli halin kendini cezalandırma yöntemi olduğunun farkında olan biri. Su sıralar kimlik bunalımı olarak adlandırdığımız bütün o çelişkileri gömüp üstünü kapatmayı tercih ederken, onun tabiriyle bütün bunları uyandıran bir Paris akşamı tanıştığı barmen Giovanni.

Karşı koyamadığı bu tutku dolu Italyan onu kendine hızla çekerken yeni sorgulamalar yapmasına neden oluyor. Nişanlısı ile ilgili hislerini canlı tutmaya, bunun kendisi için uygun yaşam ve gelecek olduğuna kendine kanıtlamaya çalışırken kendini Giovanni’nin odasında buluyor. Giovanni’nin odası David icin baştan sona kadar Giovanni’yi temsil eden yine kendi tabiriyle aşkın pis konusunu barındıran küçük bir kutu.

David orada geçirdiği aylarda Giovanni ile belirli bir ritüel oluştururken bunların hem çok gerçek hem de kısa süre içinde bitecek olmasına kendini inandırmış durumda. Karakterin gözünden bakıyor olmamız gerçekliği sorgulatabilir ancak Giovanni’nin yalnızlık ve kaybetme korkusunun verdiği histerik tutumların David’in kaçışını doğuracak süreci başlattığını yazarın diğer karakterlerle diyaloglarında verdiği cümlelerde ve karakterin düşünce fırtınalarında görebiliyoruz. Nişanlısı Hela’nın gelişi ile devam eden süreçte kendi karmaşası içinde ait olduğu hayatı arayışına devam eden David için Giovanni’nin cinayetle yargılanma haberi sorgulamalarının zirveye ulaşmasına neden oluyor.

Kitap boyunca küçük bir oda tasviriyle iç çelişkilerin cümleleri yansımasını başarıyla gerçekleştiren yazar sade, akıcı bir dille okuyucuları kendi odalarını keşfetmeye yöneltiyor.