Turumuzun çok uzun bir coğrafyada gerçekleşiyor olmasından dolayı Salda’dan istemeye istemeye ayrıldık. Yeşilova Üzerinden Burdur’a Yarışlı Gölü manzarası eşliğinde 60 kilometrelik mesafeyi zorlanmadan aştık.  Şehrin hemen girişindeki Burdur Gölü’nde ( Göller Bölgesi’ndeki göllerin ortak sorunu olan ) su seviyesindeki ciddi azalış gözümüze çarptı.  Eski görüntüsünden eser kalmayan, hızla kurumaya başlayan ve artık geri döndürülemez su seviyelerine inen Burdur Gölü, cansız görüntüsüyle bizi yine yüreğimizden yaraladı. Hani göz görmezse gönül katlanır derler ya, ülkemin doğal güzellikleri ve zenginliklerinin gözümüzün önünde hızla yok oluşuna şahit olmak gerçekten acı verici.      

            Burdur’daki ilk hedefimiz müzeye ulaşmak oldu. Burdur Arkeoloji Müzesi’nin heykel yönünden zenginliğini öteden beri duyarım. Mermerden yapılma heykellerin bölgede sık oluşu bir tesadüf değil elbette. Burdur’un dağlarındaki kaliteli mermer yatakları ve Kibyra, Sagalassos ve Kremna  gibi önemli antik kentlerin yine Pisidia’da oluşu, bu heykel zenginliğinin temel sebebi. Günümüzde bile Burdur’un tüm dağları delik deşik edilmiş mermer yataklarında yapılan çalışmalardan dolayı.

            Yukarıda saydığım antik kentleri önceden gezerek müze gezisini yaparsanız tüm eserleri kafanızda yerli yerine oturtmuş olursunuz. Örneğin Sagalassos’taki  Antoninler Çeşmesi’ni gördüğünüzde, çeşmenin çevresindeki  Dionysos ve Pan Grubu heykellerinin sarhoş sarhoş gezip eğlenir halini hayal ederek, her bir tanrı ve tanrıça heykeli zihninizde yer edip gözünüzde canlanacaktır.      

             Burdur, antik dönemde doğudan İsauria ve Lykaonia, batıdan Likya ve Karia, kuzeyden Frigya ve Galatia, güneyden ise Pamphylia ile çevrili Psidia antik coğrafyasında bulunmaktadır. Böyle bir coğrafyada yer alması da çok zengin bir müzeyi Burdur’a kazandırmıştır. Müzenin 1963’te kurulduğu ilk yer, aslında 1239 yılından beri kullanılan Necipefendi Kütüphanesi’dir. Müze,  medreseden geriye kalan kütüphanenin çevresinde genişleyerek bugünkü halini almıştır.

            Müze Türkiye’nin en zengin müzelerindendir. 2008 yılında “Gezilip Görülmeye Değer Müze” ödülünü alan ve bünyesinde toplamda 60 bin eser bulunduran müze, bu ödülü gerçekten sonuna kadar hak etmiştir. Müzenin üst katında neolitik, kalkolitik ve eski tunç çağı buluntuları sergilenmekte. Alt katta ise Sagalassos, Kibyra ve Kremna Antik Kenti kazılarından çıkarılan eserler sergilenmektedir.  Müzedeki heykeller hem estetik açıdan hem de mermer kalitesi açısından 1.sınıf heykellerdir. Kremna’dan çıkarılan dokuz adet heykel gerçekten parmak ısırtacak güzelliğe sahipler. Roma’nın en önemli imparatorlarından olan Hadrian ve Marcus Auralius’a ait heykeller de burada sergilenmekte.

            Müze öyle bir iki saat zaman ayırıp gezilecek türden bir müze değil aslında. Buranın hakkını vermek için tüm gününüzü ayırmanız isabetli olur. Ama bizim de önümüzde çok geniş bir zaman yoktu. Müzeden ayrıldıktan sonra sokağın hemen başında Burdur’un, cevizin ezilip helvayla karıştırılarak yapılan meşhur “Ceviz Ezmesi”nden yemeyi de ihmal etmedik tabii. Ama daha önce Burdur’un olmazsa olmazlarından “Burdur Şiş”ini yemiştik zaten.  Son olarak da Saat Kulesi’ni gezip Isparta yollarına düştük. Kısa olsun diye tercih ettiğimiz, eğimi yüksek bir dağ yolundan Isparta yakınlarına ulaştık. Şehrin evlerini ve ışıklarını kuş bakışı gören Gölcük civarında çadırlarımızı kurduğumuzda güneşi çoktan batırmıştık bile.