Aşıkların Sözü Müzisyenlerin Sesi Var
Dünya’nın ve Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşayan 70 müzisyen ‘Âşıkların Sözü Kalır’ şarkısını 10 dilde seslendirdi. Seçimden birkaç hafta önce Müzik Susmayacak Kolektifi’nin Youtube kanalında yayınlanan klip çokça paylaşıldı. Sanatçılar arasında Mersin’de yaşayan müzisyen Serdar Keskin de var

AYSUN KOÇ AYDOĞAN
Müzik Susmayacak Kolektifi’nin ‘Âşıkların Sözü Kalır’ şarkısının klibi YouTube kanalından yayınlandı. Seçimden kısa bir süre önce yayınlanan klipte 70 sanatçı farklı mekanlardan yaptıkları ses ve görüntü kayıtları ile biraraya geliyor, baskıya ve yasaklara 10 dilde itiraz ediyor. Şarkı, son yıllarda yasaklamalar, pandemi ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle yaşam alanları gittikçe daralan müzisyenlerin, umudu büyütmek için dayanışmayla yola çıkmalarının da başlangıcı olma özelliği taşıyor. Sözleri Baba Zula grubundan Murat Ertel’e, bestesi de yine Murat Ertel ve aynı gruptan Levent Akman’a ait olan ‘Aşıkların Sözü Kalır’ın kısa versiyonu 1 Mayıs’ta bazı illerde meydanlarda çalınmıştı. Uzun versiyonu ise Müzik Susmayacak Kolektifi’nin Youtube kanalından yayınlandı. Videoda sanatçıların farklı ülkelerde, şehirlerde ve stüdyolarda alınmış ses kayıtlarının görüntülerinin yanı sıra yasaklamalar, intihar eden müzisyenlerle ilgili başlıklar ve Türkiye’nin farklı dönemlerinden görüntüler de yer alıyor. Sanatçıların arasında Mersin’de yaşayan Grup Yorum’un kurucularından olan ve muhalif müzik tarihinin de yakın zamanlardaki en önemli tanıklarından biri olan müzisyen Serdar Keskin de var. Kendisi ile Müzik Susmayacak Kolektifi’ni, müzisyenlerin yaşadığı sorunları ve son dönemde Mersin’de yaptıkları çalışmaları konuştuk.
Müzik Susmayacak Kolektifi ne zaman ve neden biraraya geldi? Çalışmalar nasıl yürütüldü ve ne kadar sürdü?
Çalışmalar 1 yıl sürdü. Bu süreçlerde her biri kendi alanında tecrübeli, uzmanlaşmış birçok arkadaşımız görev aldı. 70 sanatçının dışında kayıt, montaj, iletişim, medya, teknik ekipman, video kurgu gibi işleri de üstlenen kalabalık bir kadro var. Projenin koordinatörü Yasemin Göksu ve Mehmet Demir ile bu oluşuma destek veren müzisyenlerin büyük bir bölümü İstanbul dışında yaşıyor. Bu kalabalığın fiziksel olarak buluşmak çok zor olacaktı. Gerek teknik sorunlar gerekse çekimlerin yapılması ve çalışmanın sonuçlanıp kısa ve uzun versiyonlarının oluşturulması epey vakit aldı. Aranjman sürecinde Kemal Sahir Gürel (benim yorumdan arkadaşım), Grup Mozaik kurucularından Ayşe Tütüncü, Babazula’dan Murat Ertel ve o ekip daha fazla sorumluluk aldı. Her ne kadar Yasemin ve Mehmet İzmit’te yaşıyor olsalar da acil durumlarda İstanbul’a ulaşmaları mümkün oldu. Oldukça uyumlu, oldukça özverili bir süreç yaşandı. Şarkıda10 farklı dilde seslendirilen bölümler, o dilin içine doğmuş kendini o aidiyet içinde tanımlayan arkadaşlarımızın seslendirmesiyle oluştu. Hatta yer verilememiş diller dahi oldu.
Müzik Susmayacak Kolektifi ilk kez bu çalışmayla mı biraraya geldi? Başka işler de yapılacak mı?
Bu çalışmayla bir araya geldik ama süreklilik olması hedefleniyor. Bundan sonraki süreç nasıl şekillenecek bilemiyoruz. Ülke gündemi hızlı değişiyor. Ona paralel olarak insanların hayatları da şekilleniyor. Bir aksilik çıkmazsa bu çalışmalar zaman zaman devam edecek gibi duruyor. Bakalım süreç her birimizi nereye götürecek? Bu kolektif, bir boşluğu dolduracak mı onu da yaşayarak göreceğiz.
1980 sonrasında, özellikle Grup Yorum kurulduğundan bu yana, müzisyenlere uygulanan baskı ve kısıtlamalara tanık oldun. Türkiye’de şu dönem eğlence ve müzik yaşamına yönelik yasaklamalar, kısıtlamalar ve onu neredeyse yok etmeye yönelik tutum ve uygulamaları nasıl değerlendiriyorsun?
Devlet ve toplumla, muhalif müzisyenin birbirine karşı konumlanmasına dair düşünmeye değer bir zemin olduğunu düşünüyorum. 35 yıllık bir süreci tek başına karakterize eden bir politikadan bahsetmek mümkün değilmiş gibi geliyor. Mesela barış sürecinde bütün toplumda elle tutulur gözle görülür bir şekilde demokratik alanda da rahatlama yaşanmıştı. O dönemde baskıcı bir tutumdan söz edemeyiz. Ama genel karakter değişmiyor. Ne zaman sistem sıkışsa, politika değişse, bundan negatif anlamda ilk etkilenen kültür sanat üreticileri oluyor. Dozu değişkenlik gösterse de baskı, yıldırma, yorma, moralsizleştirme politikalarının bütün bu 35 yılda yaşandığını söylemek de mümkün. Son 5 yıllık dönemde işler öyle bir noktaya geldi ki artık mesela sahneden yapılmış bir espri, bir tweet gibi sudan sebeplerle müzisyenlere dönük baskılar uygulanabiliyor. Belki geçmiş süreç daha çok muhalif müzisyenleri yordu yıprattı ama artık işler popüler müzisyenlere kadar uzandı. Sezen Aksu bile açıkça tehdit aldı. Kendisi bunun üzerinden bir şarkı sözü yazdı. Dolayısıyla tek bir cümle ile söyleyecek olursak bu 35 yıllık zaman dilimi içerisinde hakikaten olumlu diyebileceğimiz bir gelişme belli süreçler hariç yaşanmadı.
Pandemi döneminden önce de kısıtlamalar vardı ancak salgın dönemi apayrı bir süreç yaşanmasına da sebep oldu.
En dezavantajlı süreçlerden biri pandemi dönemiydi. Müzik dünyasında çok ciddi bir darboğaz yaşandı ve intihar eden müzisyen arkadaşlarımız oldu. Bu konuda ne bu toplumun ilgilileri ne biz kültür sanat alanını oluşturan özneler, yeterli dayanışmayı gösteremedik. Bunu kendi adıma bir özeleştiri olarak da kabul edebilirsin. Bu gerçekten beni acıtan birşey. Belki kendi örgütsüzlüğümüzü de ciddi anlamda sorgulamalıyız. Bu anlamda Müzik Susmayacak Kolektifi aslında bir soluk alanı, birlikte hareket etme alanı, bunun tecrübelerinin biriktirildiği bir zemin olabilir.
Türkiye’de yaşanan politik atmosferin sonucunda gelişen şiddet eğilimi müzik ve eğlence hayatına da yansıdı. İstek parça çalmadığı için öldürülen müzisyenler oldu. Müzisyenler geri dönüşü olmayan bedeller ödüyor...
Cihan Aymaz en yakın örnek. Kadıköy’de Kürtçe sokak müziği yaparken istek parça çalmadığı için öldürüldü. Ankara’da müzisyen arkadaşımız Onur Şener öldürüldü. Çuvaldızı kendimize de batırmamız lazım. Daha ‘normal’ toplumlarda hakikaten böyle gelişmeler yaşansa herhalde sanatçılar sokakları fethederdi. Bu sıkışma halinin büyük şehir ya da küçük şehir ayrımı olmadan çok derin bir şekilde her yerde yaşandığını düşünüyorum. Çünkü uygulamalar çok sert. Dükkan kapatmalar, caydırıcı para cezalarının yağdırılması söz konusu. Öyle durumlar yaşandı ki kimse “Bu yasağı tanımıyorum” diyemedi. Mekanları, telif haklarını takip eden kurumlar, eğlence sektörünün tüm özneleri de dahil olacak şekilde sürecin tamamını yönetecek bir güce sahip olamadılar. Devletin sert tedbirleri insanları hareketsiz kalmaya itmiş oldu. En dezavantajlı kesim sokak müzisyeni olan arkadaşlarımızdı. Peki hiç mi bir çözüm hayata geçmedi? Çok nitelikli bir takım oluşumlar ufak çalışmalar yaptılar ama bunlar tek başına çözüm üretme noktasında yeterli olmadı. İstanbul’da Özgür Sanat Meclisi adında bir oluşum var. Orada da bir takım faaliyetler sürüyor.
Mersin’de neler yapıldı? Müzisyenler bu süreçten nasıl çıkmaya çalışıyor?
İntihar eden arkadaşlarımızdan bir tanesi Mersin’den genç bir müzisyendi. Onun haberini alınca öfkeyle karışık bir durum tezahür etmeye başladı bende. Ruh halimi işgal etti adeta. Mersin’in en eski enstrüman hocalarından Yeliz Güzel arkadaşımızla o dönemde yollarımız kesişti. Müzisyen Mücahit Göker arkadaşımızla da biraraya geldik, elimizden ne geliyorsa yapmaya çalıştık. Bir dayanışma konseri gerçekleştirdik yaptık ve gelirin tamamını 10 müzisyen arkadaşımıza eşit bir şekilde paylaştırdık. Onların arasından 6 arkadaşımız da bizimle birlikte sahne aldı.
Gençlere yönelik popüler konserler yapılıyor çok sık aralıklarla. Yerel değerler söz konusu olduğunda organizasyondaki bakış açısı fark çok büyük değil mi? Bir yanda çok büyük bütçelerle çok popüler işler yapıp bir taraftan çok daha az desteğe ihtiyaç duyan sanatçı kesime hiç alan açılmıyor. Bunu yerel yönetimler nasıl yürütmeli, yönetmeli?
Geçmişte de bir şekilde karşılaştığımız uygulamalar bunlar. Bir tür değersizleştirme ya da görmezden gelme, eğer popülersen seni görme gibi bir tutum olarak karşımıza çıkıyor.
Bir kere belediye gibi kapsayıcı olması gereken bir kurumsal yapının öncelikle saçma sapan yapay tanımlardan kendini uzaklaştırması lazım. Yerel sanatçı - ulusal sanatçı gibi bir ayrım dünyanın en komik ayrımıdır. Burada yerel müzisyenden kasıt tanınmamış, popüler olmamış müzisyen demek oluyor. Buna toplam bir değer olarak bakmaları lazım. Kültür Sanat alanının öznesi nerede yaşarsa yaşasın tanınma, popülerlik düzeyine bakılmaksızın yaptığı iş, ortaya koyduğu, deklare ettiği hedefin kendisini tartışması lazım.
Teknik imkanların gelişmesi ile müzisyenler arası sınırlar aşıldı. Bu sizin işlerinize nasıl yansıdı? Bu teknolojik gelişmelerin seni en çok şaşırttığı ve heyecanlandırdığı durumlar oldu mu?
Bir müzisyen bir prodüksiyon yapıyorsa kayıt süreci bir gebelik, mix mastering aşaması ise doğum gibidir. Böyle yeni iletişim olanakları o sürece müdahil olabilmek gibi bir imkan yarattı. Kilometrelerce öteden çok büyük vakitler harcamadan ortak bir çalışmaya imza atma olacağı yaratıyor. Bütün müzisyenler için olumlu bakılan bir gelişme ama yine de kişisel fikrimi soracak olursan Erkan Hoca’nın (Oğur) “Müzik an’dır” Ben o fikriyata daha yakınım. Gönlüm bütün bu teknolojik imkanlara rağmen birarada söyleyip kaydedebilmek ve videosunu yapabilmekten yana.
KUTU KUTU
‘Âşıkların Sözü Kalır’ şarkısının sözleri Baba Zula grubundan Murat Ertel’e, bestesi de yine Murat Ertel ve aynı gruptan Levent Akman’a ait. ‘Âşıkların Sözü Kalır’ şarkısını Yasemin Göksu, Hayko Cepkin, Doğan Duru, Feryal Öney, Burhan Şeşen, Cahit Berkay, Ayşenur Kolivar, Ceylan Ertem, Metin Kahraman, Grup Yorum’un kurucularından ve Mersin’de yaşayan Serdar Keskin’in de bulunduğu 70 müzisyen 10 dilde seslendirdi. Projenin koordinatörlüğünü Yasemin Göksu, Mehmet Demir ve Ayşe Tütüncü’nün üstlendi. Müzik direktörlüğünü Kemal Sahir Gürel, mix-mastering’ini ise Tarkan Gözübüyük yaptı. Projede 70 müzisyenle birlikte seslendirme, kayıt, stüdyo, medya planlaması, teknik destek aşamalarında büyük bir ekip görev aldı.
Haberle ilgili daha fazlası: