Dünyanın hızlı değiştiği, ilişkilerin giderek yüzeyselleştiği bir çağda belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey samimiyet. Ne yazık ki artık birçok şeyin şekilsel ve yüzeysel olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Sözler büyüdükçe anlam küçülüyor; kalabalıklar içinde yalnızlaşırken, gerçek ilişkiler hayal gibi uzaklaşıyor. İşte tam da bu noktada samimiyetin değeri daha da büyüyor.
Samimi olmak, sadece doğruyu söylemek değildir; içtenlikle hissettiğini dile getirmek, yapmacıklıktan uzak durmak ve maskesiz yaşamaktır. Fakat bu her zaman kolay değildir. Çünkü samimiyet savunmasızlık da getirir. Kalbini açtığında, incinme ihtimalin de artar. Bu nedenle birçok insan güvenli olanı seçer: Yüzeyde kalmayı, rol yapmayı, mesafeli olmayı... Oysa gerçek ilişki, gerçek dostluk, gerçek iletişim ancak samimiyetle mümkündür.
Bugün sosyal medyada herkes “iyi” görünmeye, “başarılı” olmaya, “mutlu” pozlar vermeye odaklanmış durumda. Oysa ekranın arkasında başka bir dünya yaşanıyor. Yalnızlıklar, kırgınlıklar, tatminsizlikler çoğu zaman saklanıyor. Samimiyet ise bu tablonun tam tersidir: Olduğun gibi görünmek, görünmek zorunda hissetmeden var olabilmek… Sahici olmanın ferahlığı, yapaylığın yorgunluğundan çok daha değerlidir.
Toplumsal ilişkilerde de samimiyet gittikçe azalıyor. İnsanlar birbirine karşı temkinli, hatta bazen önyargılı. Siyasette, medyada, iş hayatında samimiyet yerine çıkar hesapları, pozisyon kaygıları, rol kesmeler öne çıkıyor. Oysa bir şehirde, bir kurumda, bir toplumda güven inşa edilecekse bunun temeli samimiyetle atılır. Samimi yönetici, samimi esnaf, samimi gazeteci, samimi yurttaş... Her biri, yaşadığımız ortamı daha yaşanabilir kılar.
Bir insanın içtenliği, çevresine yavaş ama sağlam köprüler kurar. Samimi insan, az konuşur ama çok anlaşılır. Kalabalıklar içinde değil belki, ama doğru insanların yanında yer alır. Çünkü insanlar eninde sonunda samimiyeti fark eder. İçtenlik, sahici olanı diğerlerinden ayırır. Belki zaman alır, belki bazen yanlış anlaşılır ama uzun vadede her zaman kazanır.