Bazı insanlar yaşadıkları çağın sessizliğini parçalamak için doğar.
Onlar, yoksulluğun dilini bilen, halkın acısını taşıyan, toprağın kokusunu ezber etmiş, yürüdükleri yolda iz bırakanlardır.
İşte onlardan biri de, Torosların doruklarından yola çıkan bir çocuktu: Ali İhsan Bilir.
Daha çocukken hayata karşı dimdik durmayı öğrendi.
Bir yandan simit satarken bir yandan şiir okudu.
İstanbul’un kalabalıklarında emek verdi, Avrupa yollarında insanı tanıdı, Anadolu kasabalarında halkın derdine derman oldu.
Ama asıl olan, onun yüreğindeki sarsılmaz inançtı:
"Söz, değiştirir."
Ve o sözle yazdı.
Yazdıkça büyüdü, büyüdükçe halkın sesi oldu.
Şiiriyle sarıp sarmaladı insanı.
Öyküleriyle geçmişin kırık aynasında bugünü gösterdi.
Sessizlerin, yalnızların, yoksulların kalem tutan yüreği oldu.
Bu yazı, bir ömür şiirle direnen, sözcüklerle devrim yapan, halktan kopmadan yaşayan bir adamın izini sürüyor.
Ali F. Bilir’i anlamak; sadece bir edebiyatçıyı değil, bir çağın vicdanını, bir toplumun belleğini, bir kuşağın onurlu yürüyüşünü anlamaktır.
***
Torosların sarp yamaçlarından Akdeniz’in engin maviliklerine uzanan bir haykırış...
Bu haykırış; suskunluğun değil, direnişin, sevdanın ve onurun sesidir.
Ve bu sesi, bir ömür boyunca şiire, öyküye, yaşama dönüştüren bir insan: Ali İhsan Bilir – ya da bizlerin bildiği adıyla Ali F. Bilir.
1945’in soğuk bir Şubat gününde Gülnar’da başlayan bir yolculuk, Anadolu’nun türlü zorluklarından geçerek edebiyatın, emeğin ve halkın siperlerine uzandı. Çocuk yaşta gazete sattı, simit sattı… Hayatın yükünü küçük omuzlarında taşıdı. Ama asıl yük, yüreğindeydi, insan olmanın sorumluluğu.
Yalnızca bir edebiyatçı değil, aynı zamanda bir devrimcidir Ali F. Bilir. 1968 kuşağının karanlıkta parlayan umut yıldızlarından biri… Üniversite amfilerinde yükselen haykırışlarda onun da sesi vardı:
"Eşitlik!"
"Özgürlük!"
"Halk için sanat!"
O, kalemiyle yürüyen bir devrimcidir.
Sözcükleriyle direnen, şiirle haykıran, öyküyle anlatan…
Onun şiirleri sadece sevgiyi değil, sevgisizlikten doğan çürümüşlüğü de ifşa eder.
Yalnızlığı işlerken, sisteme boyun eğen bireyin kayboluşunu da sergiler.
Doğayı överken, doğanın yok edilişine ağıt yakar.
Ve en çok da göç ederken geride kalanlar için yazdığı ağıtlarla yüreklerimizi titreten bir bilgedir.
Göç Türküsü onun içindeki Toros çığlığının adıdır.
Göçmekle kalmaz insan… Ayrılır, eksilir, eksiltir…
Ama Ali F. Bilir’in dizelerinde göç, sadece fiziksel bir yer değişimi değil; tarihsel bir belleğin, insanlığın, yitirilenin acı kaydıdır.
Şiiriyle Anadolu'yu anlatır ama yalnızca yurt sevgisiyle değil, yurdun dertlerini omuzlayarak…
Adaletin sesi olmak kolay değildir.
Ama o; adaletsizliğe şiirle başkaldırmayı bildi.
İçtenlikli, yalın, halkın diliyle…
Dilsizlerin dili, görünmeyenlerin gözü, yazılmayanların yazarı oldu.
İstanbul sokaklarından Avrupa’nın köylerine uzanan bir yürüyüşte, valizinde kitap yoktu belki ama dizelerinde dünya kadar şiir vardı. İngiltere’nin tarlarında domates toplarken, aslında insanı çözümlemekteydi. Lokantalarda bulaşık yıkarken, sistemin kirliliğini iliklerinde hissediyordu. Döndüğünde ise yaşamı yazıya dönüştürmeye hazır bir savaşçıydı.
Ve sonra yıllarca Mersin’in Gülnar’ında serbest eczacı olarak çalıştı.
Halkın arasında yaşadı, halkla birlikte yaşadı.
Yalnızca ilaç vermedi; dostluk sundu, şiir sundu, bilinç sundu.
Ali F. Bilir’in yazını, bir ağacın gövdesi gibidir:
Kökleri derinde, dalları gökyüzünde…
Bir yanı Yunus Emre, Karacaoğlan, Dadaloğlu’dur.
Diğer yanı Gorki, Çehov, Orhan Kemal’dir.
Ama özü, direnen insandır.
O, yalnızca bir yazar değil, bir bellektir.
Toroslardan gelen rüzgârın taşıdığı söz, Akdeniz’in tuzuyla yoğrulan şiirdir.
Göçün hüzünlü şarkısı, bir çocuğun annesine sorduğu “niye gitti?” sorusudur.
Ve her dizesinde şu soruyu sordurur:
“Bu dünya neden böylesine adaletsiz?”
Ali F. Bilir, ayak izlerinde kelimeler taşıyan bir seyyah…
Torosların taşlarına şiir dokuyan, her adımda bir hatıra, her mısrada bir direniş.
Sessizliğin içinde yankılanan umut gibi, bir mumun sönmeyen ışığında yol alan bir ses.
Gülnar’dan Anadolu’ya yayılan sözcükler, kalbin en derin köşesinden gelen bir hatırlayışla, yüreğiyle yürüyenlerin izinde…
Ali F. Bilir’in yaşamı, edebiyatla yazılmış bir direniş tarihidir.
Ne makam, ne şöhret, ne de kalabalıkların alkışı…
O, yalnızca insanca yaşamanın ve yaşatmanın izini sürdü.
Ve hâlâ yazıyor…
Gülnar’da, Mersin’de, bazen Texas’ta…
Ama nerede olursa olsun, onun şiiri hep burada, halkın yüreğinde, bilincinde, mücadelesinde.
TOROSLARDAN BİR ŞİİR YÜRÜR
Torosların taşında terli bir gömlek
Ayak izlerinde yoksul sabahlar
Elinde kalem yüreğinde halk
Ali Bilir yürür dizeleriyle dağlar kadar
Çocuk yaşta simit sattı rüzgâra
Sözlerini ördü İstanbul’un çırpıntısında
Kitap değil direnç taşıdı sırtında
Sözcükleriyle kurdu bir halk destanı
Bir yanında Karacaoğlan
Öte yanında Gorki’yle Çehov
Dizelerinde sevi sevda acı
Ama hep halk için hep özgür yarın için yazdı
Göçenlerin türküsünde onun sesi var
Bir annenin gözyaşında
Bir çocuğun sessizliğinde
Bir dağın yamacında yankı onun adı
Bilir ki şiirle devrim olmaz belki
Ama şiirsiz devrim de yetimdir
Ve her satırı bir yoldaş
Her şiiri bir umut ışığı
Gülnar’da başlayan o ince türkü
Şimdi dünyayı dolaşıyor usul usul
Ali Bilir yaşadıkça
Şiir yaşar
Direniş büyür
Ve halk
Hiç yalnız kalmaz