Son yıllarda, Türkiye’nin bölgesel ve küresel arenadaki rolü giderek artıyor. Ancak bu yükselişin ardında yatan stratejiler ve karşılaşılan riskler, pek çok kez yüzeysel kalıyor. Özellikle Orta Doğu, Balkanlar, Akdeniz ve Afrika’da yürütülen aktif dış politikalar, elbette ki bölge güçleri ve uluslararası aktörler tarafından yakından izleniyor. Peki, Türkiye gerçekten bölgesel gücünü pekiştirmeyi mi amaçlıyor, yoksa gittikçe karmaşıklaşan bu denge oyunu, ülkeye yeni riskler mi yüklüyor?
Türkiye’nin son dönemdeki hareket kabiliyeti, bölgedeki gücünü artırma yönünde önemli bir adım olsa da, bu yükselişin sürdürülebilirliği ve sorumlulukları konusunda endişeler de var. Doğu Akdeniz’de enerji arama faaliyetleri ve sınır ötesi operasyonlar, Türkiye’nin herhangi bir kriz veya anlaşmazlıkta sınırlarını zorlamayı göze alabileceğini gösteriyor. Ancak, bu adımların yakın zamanda meşruiyet ve iç tutarlılık sorunlarını da beraberinde getirdiğine dikkat edilmelidir. Çünkü, bölge ülkeleri ve uluslararası toplum, Türkiye’nin her adımını sorgulama ve zaman zaman reddetme yoluna gidiyor.
Diplomasi masasında yaşanan gerilimler, Türkiye’nin uluslararası itibarını ve müttefikleriyle ilişkilerini zedeleme potansiyeline sahip. NATO ve Avrupa Birliği gibi kurumlarda, Türkiye’nin politikalarıyla ilgili eleştiriler sürekli yükseliyor. Bu durum, yurtdışındaki desteğin azalması ve iç politikadaki kutuplaşmanın dış politikaya yansıması olarak görülebilir.
Bir başka tartışma noktası ise, Türkiye’nin bölgesel güç olma arayışındaki netliğinin sorgulanmasıdır. Çok sayıda aktörle kurulan ilişkiler ve denge politikaları, bazen Türkiye’nin iç ve dış hedefleri arasında belirsizlik yaratıyor. Bu, güçlü bir dış politikanın temelinde yer alan tutarlılık ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı değil mi?
Özellikle ekonomideki belirsizlikler ve iç politikadaki kutuplaşmalar, dış politika alanında uzun vadeli stratejilerin oluşturulmasını güçleştiriyor. Ekonomik krizlerin ve iç siyasi çekişmelerin, Türkiye’nin uluslararası politikalarına olumsuz yansıdığı bir ortamda, Türkiye gerçekten arzuladığı gibi bir bölgesel güç olabilecek mi? Yoksa, hızla tırmanan bu denge oyunu, bir gün kontrolden çıkma riski taşımıyor mu?
Genel anlamda, Türkiye’nin yükselişi ve bölgesel güce ulaşma ideali, her ne kadar uluslararası arenada iddialı görünse de, bu yükselişin sürdürülebilirliği ve sorumlulukları üzerinde ciddi bir düşünme ihtiyacı var. Güç odaklı değil, ilkeli ve tutarlı bir dış politika tercih edilmezse, bu büyük “düşüş” riskleriyle de yüzleşmek anlamına gelebilir. Türkiye’nin bölgesel ve küresel güç olma yolundaki yolculuğu, yalnızca güç gösterisi değil; aynı zamanda, dikkatli ve stratejik adımlar atmanın, krizleri öngörmenin ve diyalog yolunu tercih etmenin de sınavıdır. Saygı ve Sevgi ile ...