Yazının ve Yazmanın Gücü Üzerine

Abone Ol

İnsanlık tarihi üzerine düşünecek olursak, elde edilen bilgilerin kayıt altına alınması ve nesilden nesile aktarılması yazı ile mümkün olmuştur. Çoğu buluşun temelinin yazıya dayandığını söyleyebiliriz. Yazı aynı zamanda bilgilerin akılda kalıcı şekilde öğrenilmesi açısından da elzemdir. Yazının icadıyla birlikte toplumlar arasında haberleşme ve bilgi alış verişi güçlenmiş, insanların sahip olduğu bilgiler saklanabildigi gibi diğer insanlara da aktarılabilmiştir. Yazının tüm gelişmelere katkısı vardır. Basılan kitaplarla birlikte eğitim ve öğretim daha yaygın ve kolay; yasalar, kanunlar daha kalıcı hale gelmiştir. Hayatımızın neredeyse her alanında yazının etkisi ve katkısı vardır. İnsanlık tarihinin en önemli buluşu yazıdır desek abartmış olmayız.

Yazı tüm insanlık için bu kadar önemliyken, yazan insanların sayısının oldukça az olması da sorgulamamız gereken bir durum. Yazmak; iş, eğitim gibi zorunlu durumlar haricinde hobi olarak görülüyor. Yazma üzerine konuşulurken, insanlardan yetenekleri olmadığı yönünde şikayetler duyarsınız. Yazmak nedense yetenekle, doğuştan gelen bir beceri ile özdeşleştirilir. Ben bu düşünceye katılmıyorum. Yazmak da okumak gibidir. Nasıl ki okuma alışkanlığı zamanla, okudukça kazanılıyorsa; yazmakta düzenli olarak zaman ayırma ve çalışma ile kazanılabilen bir alışkanlıktır ve yazdıkça gelişir insan.

Okuma alışkanlığı kazanmaya başladığımız çocukluğumuzda okuduğumuz kitaplar ile 30'lu, 40'lı yaşlarda okuduklarımız arasında nasıl fark varsa, yazmakta bu şekilde bir ilerleme gösterir. Okumaya çocuk kitapları, masallar ile başlarız. Okuma alışkanlığı kazanmak için oldukça önemlidir çocuklukta okunan kitaplar. Zamanla okuduğumuz kitaplarla birlikte biz de gelişiriz. Ne kadar çok okursak ne kadar az şey bildiğimizi kavrarız aslında ve daha çok okuma ihtiyacı hissederiz. Yazmakta aynı şekilde gelişim gösterir. 40 yaşında yazmaya başlayan insan, kitap okumaya yeni başlayan çocuktan farksızdır ve doğal olarak yazdıkları basittir. Aynı zamanda yazmak, okumak ile doğru orantılı olarak gelişir. İyi bir okuyucu değilse, iyi bir yazar da olamaz insan. Çünkü günlük hayatta kullandığımız dil çok basit ve sınırlı sayıda kelime barındırır. Bu sebeple okumayan insan kendini düzgün ifade edemez. Çevremize bakarak iletişim kurmakta zorlanan milyonlarca örnek görebiliriz.

Okumak ve yazmak birbirini doğrudan etkiler. İletişim kurarken de bunun faydalarını görürüz. Okuyan insan duygu ve düşüncelerini çok daha rahat bir şekilde ifade edebilir. Savunduğu fikirleri körü körüne değil, sorgulayarak kabul eder. Yazmak ise kişiyi bir üst seviyeye taşır. Yazmak dili etkili kullanmanın ve kendini anlatmanın en etkili yoludur. İyi iletişim kurmanın yanı sıra, kişinin zihinsel gelişimine de yön verir. İnsan yazarken analitik düşünmeye ve olaylara daha geniş bir çerçeveden bakmaya başlar. Bu da zihin yapısının gelişmesine katkı sağlar. Yazmak aynı zamanda odaklanma ve yaratıcılığı arttırdığı gibi stresle başa çıkmak için de büyük fayda sağlar. İnsanlar genel olarak soyut şeylerden daha fazla korkar ve böyle durumlar karşısında yüksek stres yaşayabilirler. Yazmak ise soyut olanı somut hale getirir. Özetle, korktuğumuz bir şey hakkında yazmak, görünmez bir düşmanı görünür kılacaktır.

Bunca olumlu etkiye rağmen yazmaya neden yeterince önem vermiyoruz? Ülke olarak okuma oranımız oldukça düşük olmasına rağmen yine de kitap okuyan insanlar bulabiliyoruz etrafımızda. Fakat yazan insan bulmak neredeyse imkansız. Çünkü böyle bir alışkanlık hiç kazanamadık. Kitap okuma alışkanlığı çevreden, okuldan, aileden bir şekilde aktarılabiliyor. Fakat yazan insan yok denecek kadar az olduğu için böyle bir etkileşim de olmuyor. Okullarda bile yazma üzerine yeterli bir çalışma yok. Yapılan çalışmalarda ise öğrenciler kısıtlanıyor. Kompozisyon derslerini ele alalım mesela. Belirli günler ve haftalar ile ilgili yazılar istiyoruz öğrencilerden ya da tatilde ne yaptıklarını yazmalarını. Halbuki öğrencileri serbest bırakmak, içlerinden ne geliyorsa onu yazmalarını istemek gerekir. Resim derslerinde de bu durum farksız değil. Bırakalım çocuklar ne istiyorsa onu yazsın, çizsin. Çocukların hayal gücünü kısıtlıyoruz böyle yaparak. Kısıtladığımız için de ilgilerini kaybediyor ve bu alışkanlığı kazanamıyorlar. Onları teşvik etmek kadar özgür bırakmak da önemli. Yazımı Albert Einstein'in şu sözüyle bitireyim.' Zekanın gerçek işareti bilgi değil, hayal gücüdür.'