(Geçen haftadan devam) Sosyal belediyecilik denilince bundan genellikle dar anlamda sosyal belediyecilik, yani dar gelirli, yoksul, muhtaç, kimsesiz, özürlü ve yaşlı kesimlere mal ve hizmet olarak yardım etmek gibi faaliyetler anlaşılmaktadır. Geniş anlamda sosyal belediyecilik ise; mal ve hizmet yardımlarını aşan, toplumsal alanda daha geniş bir yelpazeyi oluşturan eğitimden sağlığa, gençlikten spora, kent kimliği oluşturmaktan belediye-halk bütünleşmesine kadar, kent hayatının bütününü kapsamaya yönelik sosyal işlevleri yerine getiren yerel yönetim biçimidir. Sosyal belediyecilik aslında yönetsel kararlar alınırken alınan bu kararlara o yer halkının en geniş anlamda ve doğrudan doğruya katılımını sağlayan belediyecilik anlayışıdır. Geniş anlamdaki sosyal belediyecilik, ilgili bazı akademik çevreler ve küçük bir aydın azınlık dışında pek fazla bilinen bir konu değildir. Ne yazık ki, belediyelerce de üzerinde fazlaca durulmamış, hayata geçirilmesi için çaba harcanmamıştır. CHP’nin Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen başkanlığında oluşturduğu yerel yönetimler koordinatörlüğü, bu alandaki çok büyük bir ihtiyaca cevap verecek ve büyük bir boşluğu dolduracak nitelikteki belki de ilk ve tek girişim olma özelliğini taşımaktadır. Dünyada sosyal belediyeciliğin, 1601 yılında İngiltere’de çıkartılan “Yoksulluk Yasaları”yla başladığı kabul edilir. İlk sosyal belediyecilik, İngiltere’nin Glasgow şehrinde başlamıştır. 1832-1848 yılları arasında görülen kolera salgını, bu şehirde çok hızlı bir şekilde yayılmış ve sınıfsal özelliklerine bakılmaksızın herkes için bir tehdit haline gelmiştir. Yoksulluk ve sefaletin de yoğun olarak görüldüğü bu şehrin yönetimi belediyeye bırakılmıştır. Başarılı bir yönetim göstermesi nedeniyle İngiltere’nin öteki belediyelerinde de uygulanmaya başlanmıştır. Öteki Avrupa ülkelerine de oradan yayılmıştır. 1871 yılında kurulan Paris Komünü, sosyal belediyeciliğin Fransa’daki ilk örneği olarak kabul edilir. Paris Komünü, Paris halkının kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde söz sahibi olmalarına olanak tanıyarak şehir yönetiminde doğrudan demokrasinin uygulanabilir olduğunu göstermiştir. Mülk ve servet sahibi olmayanların tarihte ilk kez yönetici sınıf haline gelmelerini sağlayan Paris Komünü’nün Avrupa belediyeciliği üzerindeki etkileri bütün bir 20’nci yüz yıl boyunca sürmüştür.  Sosyal belediyecilik, tarihte her zaman tüm insanlığı etkileyen büyük felaketlerin ardından kurtuluş çaresi olarak başvurulan bir yerel yönetim biçimi olmuştur. Örneğin I. Dünya ve II. Dünya Savaşlarından sonra Avrupa’daki yerel yönetimlerin tamamında sosyal belediyecilik uygulanmıştır. Bu yerel yönetimler o kadar başarılı olmuşlardır ki; devamında kendi ülkelerindeki mensubu oldukları sosyalist ve sosyal demokrat partileri siyasal iktidara taşımışlardır. Bugün gelinen noktada; “Avrupa Birliği ülkeleri sahip oldukları refah ve uygarlık düzeyini sosyal belediyeciliğe borçludurlar.” Demek aslında duygusal bir yaklaşım değil, tarihselliği de olan yalın bir gerçeğin ifadesidir. Türkiye’de ise sosyal belediyecilik, ilk kez 1973 yılında işbaşına gelen CHP’li belediyelerde toplumcu belediyecilik programıyla ortaya konulmuştur. 1977-1980 yılları arasında CHP’li belediyeler, savurganlığı önleyip, kaynakları en verimli şekilde kullanmaya yönelerek, yeni kaynak arayışı içine girmişlerdir. Bu dönem, belediyelerin, asfalt, halk ekmek fabrikaları kurmak, düğün salonu, halk plajları, otopark ve Tanzim Satış Mağazaları (TANSAŞ) gibi yerler işletmek suretiyle kendi öz gelirleriyle hizmet vermeye çalıştıkları bir dönem olmuştur. Yine bu yıllardaki sosyal belediyeciliğe, Paris Komünü’ne benzeyen bir devrim niteliğinde olan Fatsa deneyimi de örnek olarak gösterilebilir. Fatsa deneyimi, belde halkının belediye yönetimine doğrudan katılımını sağlayan devrimci bir belediyeciliktir. Türkiye’de toplumcu belediyeciliğin ulaştığı en ileri aşamalardan bir tanesidir. Fatsa deneyimi, 1979 yılında Fikri Sönmez’in belediye başkanı seçilmesiyle başlamıştır. Fikri Sönmez yönetimi belediye faaliyetlerine halk katılımı, halk ve belediye arasındaki dayanışma ve belediyelerin kendi aralarındaki yardımlaşma bakımından ülkemiz için öncü bir uygulama olmuştur. Bu belediyecilik, evlerde yaşanan karı koca anlaşmazlıklarının çözümüne varıncaya kadar Fatsa halkının yaşamının her ayrıntısıyla ilgilenmiş ve çeşitli çözümler üretmiştir. Günümüzde de yine, yaşanan derin yoksulluk ve ekonomik ve sosyal olumsuzluklar nedeniyle kaçınılmaz bir şekilde sosyal belediyecilik ön plana çıkmaktadır. Özellikle büyük şehirlerimizde sosyal yardım ve destekler sağlamak amacıyla belediyelere yapılan başvurularda adeta bir patlama yaşanmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kayıtlarına göre Türkiye’de 11 milyon kişi sosyal yardım ve destek almaktadır. Son zamanlardaki işyeri kapatmaları nedeniyle bu sayının 20 milyonu aştığı tahmin edilmektedir. Bu tablo, daha uzun yıllar boyunca sosyal belediyeciliğe duyulan ihtiyacın artarak devam edeceğini göstermektedir. Bu nedenle, sosyal belediyecilik uygulamalarını başarılı bir şekilde sürdürmek isteyen belediyelerin, kendi gelir kaynaklarını yaratmaları bunun için de üretken belediyeciliğe başlamaları gerekmektedir. Yoksa sürekli ve düzenli gelir kaynakları yaratılmadan, mevcut durumuyla imkânlar zorlanarak yapılan sosyal belediyecilik, kısa bir süre sonra kaynak yetersizliği nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandırılmak zorunda kalınabilir.