Efsanenin izini sürenler için burası bir aşk, çaresizlik ve kaderle hesaplaşma yeridir. Kızkalesi’nin denizin ortasında yalnız duruşu, aslında bir babanın tüm dünyadan sakladığı sevgisinin sembolüdür. Ve o sevgi, kaderin keskin çizgileriyle sınanmıştır.
Bir Kralın Çaresizliği: Ölüm Kehaneti
Rivayete göre, zamanın birinde Mersin topraklarını yöneten bir kral, çok sevdiği kızının geleceğini öğrenmek ister. Sarayına çağırdığı kahin, hiç de hoş olmayan bir kehanetle karşısına çıkar: “Bu çocuk, bir gün bir yılan tarafından sokularak ölecek.” Kral neye uğradığını şaşırır. Göz bebeği gibi büyüttüğü kızını böylesine korkunç bir sondan nasıl koruyabileceğini bilemez.
Çareyi uzaklaşmakta bulur. Ne dağ ne şehir… Kızını koruyabileceği tek yerin, yılanların ulaşamayacağı bir su kütlesi olduğuna inanır. Böylece denizin ortasına bir kale yaptırır. Kızını bu kaleye yerleştirir. Saraydan uzak, insanlardan uzak, doğrudan kehanetten uzak. Prenses, yıllar boyunca burada korunur. Yılanlardan uzak, dış dünyadan kopuk, ama güven içinde büyür.
Ancak bu yalnızlık, kaderin suskunluğunu değil, yaklaşan sessizliğini taşımaktadır. Ve kale, artık yalnızca bir korunma mekânı değil; yaklaşan trajedinin sahnesi hâline gelir.
Kaderden Kaçılmaz: Kaleye Giren Üzüm Sepeti
Yıllar geçer. Prenses genç bir kadın olur. Günün birinde, kaleye dışarıdan gönderilen taze üzüm sepetleri gelir. Bahçıvanlar, hizmetkârlar bu sepetleri büyük bir özenle kaleye taşır. Ancak hiçbirinin bilmediği şey, sepetin içindeki üzüm tanelerinin arasında gizlenmiş bir küçük yılandır. Sessizce kıvrılan bu yılan, bir kaderin taşıyıcısıdır.
Prensesin sepetten bir üzüm almasıyla kaderin zinciri tamamlanır. Yılan ortaya çıkar, ısırır ve kehanet gerçekleşir. Yıllarca kaçılan o son, denizin ortasındaki kalede prensesin tenine dokunarak sessizce gelir. Ve Kızkalesi, sadece taş duvarlarıyla değil; bir babanın kızını korumak için verdiği ama sonunda yenildiği mücadeleyle anılmaya başlar.
Bugün Kızkalesi’ne yüzerek giden, tekneyle yaklaşan herkesin aklından bu hikâye geçer. Suyun içinde yükselen o yapı, yalnızca bir kale değil; kehanetle baş edemeyen bir aşkın, bir babanın acısının ve kaderin dokunuşunun sessiz tanığıdır.