1922 mübadelesiyle Yunanistan’ a gitmek zorunda kalan Osmanlı tebaasına mensup Rumlar’ ın kültürlerinden anılarına geçmişten ne kaldıysa derleyip kayda geçirmek amacıyla 1930’ da Atina’ da ‘Küçük Asya Araştırmalar Merkezi’ adıyla bir organizasyon oluşturulur…

Başlangıçta nüfus mübadelesiyle Yunanistan’ a yerleşenlerin ezgilerini derlemeyi amaçlayan Merkezden gönüllüler 1950’ den başlayarak 10 yıl süreyle Anadolu’ nun farklı yerlerinden Yunanistan’a gelen ve henüz hayatta olan 5 bini aşkın kişiyle söyleşir..

Anadolu’ nun 1375 ayrı yöresinden gelmiş olan bu insanların doğdukları ve ayrılmak zorunda kaldıkları günlere kadar anlattıkları kayda alınır…
300 bini aşkın sayfadan oluşan arşiv, fotoğraflar ve çeşitli belgelerle desteklenir…

Bu araştırmada Mersin’ den gidenlerin tanıklıkları ışığında 20. Asrın başında kimliğini bulmakta olan Mersin’ le ilgili detaylı bilgiler de yer almakta…

Her sözlü tarih anlatımı gibi kayda alınan Mersin bilgileri de anlatanların hafızalarında yer eden anılarına dayanan ve belgelerle desteklenmediği sürece tartışmalara açık, teyide muhtaç ‘ihtirazi kayit’ notuyla ele alınmalı…

Bu rezerv kaydı yine de o anlatımları yok saymamızı gerektirmiyor.

Aksine bugün büyük olasılıkla tümü yaşamını yitirmiş o insanların bebekliklerinde hafızalarına nakşedilmiş Mersin hatıraları, doğdukları kentle ilgili hayallerle gerçek arasında gidip gelse de anlattıkları hem değerli hem de anlamlı…

Küçük Asya Araştırmalar Merkezi’nce (Centre For Asia Minor Studies) sözlü tarih yöntemiyle ve büyük emekler gerektiren çalışma sonucu toplanan belgelerden derlenen ve içinde Mersin’ den ayrılmak zorunda kalan Rumların anlatımlarının yer aldığı bir kitabın Türkçe çevirisi 2001’ de Göç adıyla yayınlandı.

Herkül Milas’ ın derlediği “Rumlar’ ın Anadolu’dan Mecburi Ayrılışı (1919-1923)” alt başlığını taşıyan kitabın başına gelenleri en azından bu makalede ele alacak değilim.

Ama en azından 1922’ ye kadar anlatılan Mersin hakkındaki bilgilerin tarihe not düşme adına bilinmesinde yarar var…

En azından o bilgilerin bulunabilecek belgelerle veya bu yakada kayıt altına alınmış benzer anlatımlarla doğrulukları yanlışlıkları çerçevesinde ve objektif temeller ışığında tarihe bırakılması gerekiyor…
**
Araştırma Merkezi’ nden gönüllülerin Mersin anlatımlarını derlediği isimler şunlar..

Miltiadis Uzunayanoğlu (Yunanistan’a geçtikten sonra Uzun yerine Ayanoğlu soyadını kullanır)

Anastasios Avramidis, Angeliki Hacivanidi, Evridiki Kiriakopulu, Aleksandra Prezani, Anastasios Andreadis, Lazaros Avrimidis, Yukarıda ağırlıklı olarak altını çizmeye çalıştığım gibi sözlü tarih kapsamında not edilen bilgileri anlatanların hatırladıkları haliyle değerlendirmemiz gerekiyor.

Örneğin taşı toprağı altın Mersin’ e Osmanlı’ nın hükmettiği çeşitli yörelerden gelenlerle ilgili verilen Niğde, Karaman, Kıbrıs, Antakya ve Rumeli’ den göçmenlerle ilgili bilgiler ne kadar gerçekse, o dönem Mersin’ de yaşayan farklı kimliklerle ilgili sayılar aynı zaman kesitinde yapılmış nüfus sayımlarıyla uzaktan yakından ilgisiz uçuklukta…

Miltiadis Ayanoğlu ayrıldığı günlerde (1921 tarihi geçiyor anlatımda) Mersin nüfusunun 25-30 bin olduğunu, bunların içinde Rumların 4-5 bin, Arap Ortodoksların 2 bin, Ermenilerin 3-4 bin Müslümanların da 20 bin civarında olduğunu söylüyor.

Lazaros Avrimidis ise 1920’ de Mersin’ de 72 bin kişi yaşamakta olduğunu iddia etmekle kalmıyor, nüfus yapısı hakkında da şu bilgileri veriyor:

Kıbrıslı 100 aile, Sakız’dan 150 aile, Pontus’ tan 100 aile olmak üzere toplam Rum nüfusu 15 bin…

Arap Ortodokslar 200 aile, 50-60 yahudi aile ve hane sayısını vermediği Ermeni, Afgan, Çerkez aileler..

5 bin civarında yoksul olarak tanımladığı Fellah ve geri kalan nüfus Türk…

Bir başka anlatıma göre Rumların çoğu Kayseri ve Niğde civarından, bir kısmı Midilli ve İzmir’ den gelmiş Mersin’ e, Bin civarında da Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan tebaasından insan yaşıyor Mersin’ de…

Yine Lazaros Avrimidis’ e göre Mersinliler çok dilli ve her kesim kendi dilini konuşuyor. Kıbrıslılar Kıbrısça, Hioslular Sakızca, Ermeniler Ermenice, Araplar Arapça ve Türkler Türkçe…

Kentte ağırlıklı olarak konuşulan dil Türkçe, özellikle de Konya Kayseri, Niğde’den gelen Rumların tümü Türkçe konuşurdu…

Lazaros Mersin’ e yerleşen cemaatlerin zaman içinde kendi mahallelerini oluşturduğunu ve mahallelerin buna göre adlandırıldığını anlatıyor:

“Fellah Mahallesi, Rumca konuşan 200 Giritli ailenin oluşturduğu Girit mahallesi, kent merkezinde Yoğurt Pazarı ve Karpuz çarşısı, Küçük Hamam mahallesi, Rum mahallesi (Rum mahallesinin küçük olduğunu çünkü Rumların kentin her yanına dağıldığını söylüyor anlatımında), Arap mahallesi, Ortodoks Hıristiyanların mezarlıklarına yakın olduğu için Mezar adını verdikleri mahalleleri…

Evridiki Kiriakopulu anlatımlarına göre ise; Rum ve Ermeniler Tarla mahallesinde otururdu, Cami Şerif mahallesinde 20-30 Türk evi vardı. Ayrıca Kıbrıs mahallesinden de söz eder..

Anlatımlara göre meslekler de cemaatlere göre ayrılıyordu;

Karamanlı Rumlar tüccar, deri işleyen tabak ve sarraf, Pontuslular inşaat işçisi, Sakız ve Kıbrıslılar içki tüccarı, Ermeni ve Yahudiler tüccar ve sanatkâr, Araplar çalışkan, Afganlılar baharat ve nargile tütünü satarlardı..

Fellahlar taşıma ve tarım işçiliği, kebapçılıkta ve taş işlemekte usta, Türkler memur ve mal mülk sahibi,

Ve mübadele sonucu geride bıraktıkları Mersinle ilgili hafızalarında kalan izlenimler:

-Yollar toprak, evlerin önünde yarım metre kaldırımlar, kent yeni olduğu için yollar oldukça genişti..

-Meydanlar azdı, Yoğurt Pazarı’ nda Pazar kurulur, köylüler yoğurt, peynir, yağ, buğday mısır getirir
satardı. Pazarın ortasında şadırvan, etrafı gölgelik ağaçlarla çevriliydi. Bir helvacı, bir marangoz
dükkânı, köylü ürünlerini eşeklerle getirirdi.

-Evlerimiz çok güzeldi. Adana evleri ve damlar topraktan, bizim evlerimiz taştan ve çatılar kahverengi
kiremitlerle bezeli, çoğu iki katlı..

-İklim iyi değildi, sinek, sivrisinek bol, yoksulluk yoktu…

-Fener kışlanın yanında idi. Fanari adını alan semt piknik yeriydi. Kathari Deftera bayramında
(Ortodoksların 40 günlük orucun başlangıç günü) yemeklerimizi alır, sabahtan oraya giderdik.

-Su pompa ile çekilirdi. Çeşmeler, kuyulardan su sağlanan Mersin sulaktı. Portakal, elma, armut,
limon, dut, zeytin ve bolca muz.. Kent meyve sebze cennetiydi..

-Binalar taştan ve güzel.. Merkezde saray vardı. Kadı ve Mutasarrıf orada kalırdı.

-İki hamam, küçük bir hastane, kahveler ve gümrük binası, ayrılmadan kısa zaman önce bir de
sinema..*
**
Ayrılmalarından 40 yıl sonra, hafızalarına nakşedilmiş çocukluk hayallerinin süslediği kentle ilgili hüzünlü anılardan bir demet…

İlyas Halil’ in şiir tadındaki o cümleleri geliyor aklıma, boğazımda bir yumruk, bir düğüm:

“Ohannes biliyor musun, bir gün bir büyük günah işledim. ‘Yahu Mirye Ana’ dedim diz çökünce. ‘Vaktin olunca Ulu Babaya sorarsan çok sevinirim. Hani şimdi küçük aklımla diyorum ki… Gölü, ırmağı olmayan yerde bizi balık edip neden saldınız? Susuz yerde balık n’etsin?”

*1920’ de Belediyeye ait Millet Bahçesi içinde kurulan yazlık Pathe Sinemasından söz ediliyor.