Bu, Popper'ın ne bildiğimize dair resmindeki merkezi asimetriyi oluşturur. Bilimsel bir iddianın yanlış olduğunu kesin olarak kanıtlayacak bir kanıt bulma ihtimalimiz hep vardır. Ancak, hiçbir zaman (tümevarım problemi nedeniyle) bir iddianın doğru olduğunu kesin olarak kanıtlayacak kanıt bulamayız. Bu neden bilimde bir 'mutlaklıktan' söz edemeyiz. Bir bilim insanı, en iyi hipotezlerinin ve teorilerinin bile her zaman geçici (İng. tentative) olduğunu fark eder - gelecekteki kanıtların bir kısmı onlara muhtemelen yanlış olduğunu gösterebilir. Oysa sahte bilim insanı, teorilerinin doğru olduğundan emindir.
Öyleyse, bilim ile sahte bilim arasındaki bu fark neden önemlidir? Popper'ın da belirttiği gibi, fark, bilimsel teorilerin her zaman doğru olması ve sözde bilimsel teorilerin her zaman yanlış olması meselesi değildir. Asıl önemli fark, hangi yaklaşımın iddiaları için daha iyi mantıksal gerekçeler sağladığıdır. Sahte bilim, dünyanın nasıl çalıştığına dair iyi bir resme sahip olduğunuzu hissettirebilir, ancak bu konuda pekala yanılıyor olabilirsiniz. Dünyanın bilimsel bir resmi yanlışsa, bu katı bilimsel tavır, hatalı olduğumuzu anlama şansımızın yüksek olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla hipotezlerimizin bu testlerinden biri onları yanlışlayan verileri ortaya çıkaracaktır ve farklı bir resme geçilebilecektir.

Popper'ın yanlışlanabilirlik ilkesini yanlış kavrayan ve bu yanlış kavrayışını topluma aktaran bazı popüler bilim platformları ve akademisyenler de bulunuyor. Bu noktada önemli birkaç ayrıntıya daha değinmemizde fayda var. Birincisi, yanlışlanabilir bir iddia ile yanlışlanmış bir iddia arasındaki ayrımdır. Yanlışlanmış (yanlış olduğu kanıtlanmış) bir iddia, açıkça çarpıtılabilir bir iddiadır (çünkü, yanlışlanmıştır). Popper, bir iddia yanlışlanmışsa; yapılacak doğru şeyin onu bırakıp farklı bir yanlışlanabilir iddiaya geçmek olduğunu söylüyor.
Yanlışlanabilirlik, geçmişteki bir teorinin bugün yanlış olduğunu göstermiş olmamız olarak kavranıyor. Bu noktada da; bilimsel iddiaların nasıl olsa ilerde yanlış olduğunun gösterileceği kavrayışı ortaya çıkıyor. Oysa 'yanlışlanabilirlik' yanlışlanmış fikirlere has değildir, bugün hala doğru olan iddialar için de geçerli bir ilkedir. Yani bugün yanlış olduğunu kanıtladığımız bir teori veya hipotez, bilimsel değildir diyemeyiz; aksine yanlışlanma testine yıllarca tabi tutulmuş bilimsel bir iddiadır ve nihayetinde yanlış olduğu gösterilmiştir.
Örneğin, gezegenlerin dairesel yörüngelerde dolandıkları iddiası, doğası gereği bilim dışı bir iddia değildi. Gerçekte, gözlemlerle yanlışlanma ihtimalini barındırdığı için, bilim insanlarının üzerinde çalışması gereken türden bir iddiadır. Ancak gözlemler bu iddianın yanlış olduğunu gösterdiğinde, bilim onu emekliye ayırıyor ve yerine başka bir yanlışlanabilir iddia koyuyor. Popper, bilimin asla yanlış iddialarda bulunmadığını söylemiyor; aksine bilimsel tavrın yanlış iddiaları bulmayı ve ortadan kaldırmayı hedeflediğine, yani sahte bilimde yapılması mümkün olmayan bir şeye vurgu yapıyor.
'Yanlışlanabilirlik' üzerine başka önemli bir nokta ise, bir iddiayı yanlışlamaya yönelik birçok girişimin başarısız olması, iddianın yanlışlanamaz olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle, iddianın doğru olması onu yanlışlanamaz kılmaz. İddianın yanlış olduğunu söyleyebilecek, yapabileceğimiz belirli gözlemler varsa bir iddia yanlışlanabilir. Dolayısıyla, Mars'ın güneşin etrafında eliptik bir yörüngede hareket ettiği iddiası, Mars'ın eliptik bir şekilden tamamen sapmış bir yörüngede hareket ettiği gözlemiyle yanlışlanabilir.
Darwin'in evrim teorisini sanki ona karşı bir iddiaymış gibi 'sadece bir teori' olarak görmezden gelmek, bilimin neyin peşinde olduğundan bihaber olmaktır. Elbette evrim teorisinde bir bazı belirsizlikler var; tüm bilimsel teorilerde var. Elbette teorinin yanlış olduğunu ortaya çıkabilecek bazı iddialar var; ancak bu iddiaların varlığı teorinin bilim dışı olduğuna dair bir işaret değil; aksine bilimsel olduğuna dair bir işarettir. Buna karşın, yaratılış veya akıllı tasarım gibi öğretiler yanlışlanabilir iddialarda bulunmadığı için bilimsel değildir. Bu öğretilerin iddialarının yanlış olduğunu gösterebilecek akla yatkın hiçbir kanıt bulunmuyor. Elbette, savunucuları bu öğretilere uygunluk gösteren her türlü delile işaret ediyorlar, ancak yanlış olduğunu kanıtlayabilecek kanıt aramak için hiçbir zaman ciddi bir çaba göstermiyorlar. Bunları kabul etmeleri, doğru olduğuna dair bir kanıta sahip olmaları meselesi veya hatta onları yanlışlayabilecek birçok ciddi teşebbüste başarılı bir şekilde direndikleri meselesi değildir, bu tamamen bir inanç meselesidir.