“Neden bu kadar çok şey hissediyorum?” Bu soru bazen danışanlarımın sesinde bir suçluluk, bazen utanç, bazen de çaresizlik barındırır. Hislerle başa çıkamamak değil mesele, çoğu zaman onlara yetişememektir. Çünkü günümüzde duygu, bir hedef gibi konumlandırılıyor: ulaşılması gereken, kontrol edilmesi gereken, hatta mümkünse “düzenlenmesi” gereken bir şey. Oysa hisler bir hedef değil, bir işarettir. Bizden bir şey anlatmaya çalışan bir iç sesin yankısıdır. Ve çoğu zaman da, biz onlara yetişmeye çalışırken, onlar bizi çoktan geçmiş olur.
Zamanın Ruhu ve Hislerin Hızı
Gündelik yaşamın temposu, kişinin iç dünyasıyla uyumlu değil. Sabah uyandığımız anda ekranlarla temas kuruyor, günlerce sayısız bilgiye, yüzlerce yüz ifadesine, onlarca beklentiye maruz kalıyoruz. Hislerin sindirilmesi gereken bir besin olduğunu düşünürsek, biz bu besini henüz çiğnemeden yutmaya zorlanıyoruz. Gün içinde kaç kez üzülüyor, seviniyor, kızıyor, korkuyoruz; ama hiçbirine gerçekten temas edemiyoruz?
Psikolojide buna “duygusal işlemleme” denir. Bir hisleri yaşamak ile onu işlemden geçirmek arasında fark vardır. Duygularımıza yetişemediğimizde, yaşadıklarımız zihinsel bir tortuya dönüşür. Bu tortular zamanla anksiyeteye, depresyona, tükenmişliğe dönüşebilir. Çünkü duygu, görülmek ister. Görülmeyen duygu, vücudun çeşitli yollarla sesini yükseltmesine neden olur.
Kaçmak Değil, Gözlemlemek
Danışanlarımla çalışırken, genellikle ilk adım, hislerden kaçmayı bırakmak olur. Çünkü çoğu kişi üzüntüden, öfkeden, kaygıdan korkar. Bu korku anlaşılırdır: hislerin büyüklüğü karşısında kendimizi küçük hissedebiliriz. Fakat duygular birer düşman değildir. Ne üzüntü bizi “zayıf” yapar, ne öfke “kötü” yapar. Onlar yalnızca bize, içimizde olan bitene dair bir mesaj taşır.
Örneğin öfke, çoğunlukla bir sınırın ihlal edildiğini gösterir. Kaygı, gelecekteki belirsizliklere karşı hazırlıksız olduğumuzu. Üzüntü ise çoğunlukla bir kaybı ya da vazgeçişi işaret eder. Bu duygulara yetişmek, onların ne söylediğini duymayı gerektirir. Bu da sadece yavaşlayarak mümkündür.
Yavaşlamak Cesaret İster
“Yavaşla” demek kulağa romantik gelebilir fakat gerçek yaşamda oldukça zorlayıcıdır. Çünkü yavaşladığımızda, bastırdığımız duygular yüzeye çıkmaya başlar. Bu yüzleşme, insanın kendine karşı dürüst olmasını gerektirir. Psikolojik iyileşme, çoğu zaman konfor alanının dışındadır. Fakat bu alan, aynı zamanda dönüşümün başladığı yerdir.
Hislere yetişmek, onları tanımakla, isim vermekle başlar. "Şu an ne hissediyorum?" sorusunu kendinize sormak, hislerle ilk teması kurar. Bu küçük soru, insanın iç dünyasına attığı büyük bir adımdır.
Duyguların Kronolojisi Bozulduğunda
Bazen bir hissin “şimdiye” değil, geçmişe ait olduğunu fark ederiz. Bir danışanım öfkesini tarif ederken aslında yıllar önceki bir ihmalin yankılarını yaşıyordu. O an yaşadığı öfke, geçmişin bir yansımasıydı. Psikolojik süreçlerde buna “regresyon” diyebiliriz. Hislerin kronolojisi bozulduğunda, bugünü geçmişin gözlüğüyle yaşamaya başlarız.
Bu yüzden hislere yalnızca yetişmek değil, onları ait oldukları zamana da yerleştirmek gerekir. Hangi duygu bugüne, hangisi geçmişe ait? Bu ayrımı yapabilmek, psikolojik farkındalıkla mümkündür.
Duygusal Dayanıklılık: Bastırmak Değil, Taşımak
Toplumda duygusal dayanıklılık çoğunlukla yanlış anlaşılıyor. Duyguları bastırmak, güçlü olmakla karıştırılıyor. Oysa gerçek dayanıklılık, duyguyu hissetmeye cesaret edebilmekten geçer. Bir duyguyu taşımak, onunla birlikte yaşamaya devam edebilmek demektir.
Bir annenin kayıp karşısındaki yasını bastırması, çocuğu için “güçlü durması” toplum tarafından takdir edilebilir. Fakat o bastırılan yas, başka şekillerde kendini gösterecektir. Belki bedensel ağrılarla, belki ilişkisel kopukluklarla. Çünkü duygu bastırıldığında yok olmaz, yalnızca form değiştirir.
Kendimize Alan Açmak
Duygulara yetişmek için önce kendimize bir alan açmalıyız. Bu alan fiziksel olabilir: sessiz bir oda, kısa bir yürüyüş, bir defter. Ama aynı zamanda içsel bir alan da olmalı: kendimize yargılamadan bakabildiğimiz bir yer. “Bu hissi hissetmem normal” diyebildiğimizde, duygunun üzerindeki baskı kalkar.
Psikoterapinin en temel katkılarından biri de budur: insanın, hislerini yargılanmadan ifade edebileceği bir alan sunmak. Çünkü çoğu insan, duygusunun değil, duyguyu hissetmesinin yanlış olduğunu düşünerek büyür. Oysa hisler, bizim insan oluşumuzun en doğal parçasıdır.
Sonuç Yerine: Duygularla Dans
Hislere yetişmek, bir maraton değil, bir danstır belki de. Bazen adım senin, bazen onun. Bazen uzaklaşırız, bazen yaklaşırız. Ama en önemlisi, müziği duymaya devam edebilmektir. O müzik içimizden gelir. Ve her ne kadar zaman zaman kulağımızı kapatsak da, bir gün tekrardan duymaya cesaret ettiğimizde, o tanıdık ezgi bizi kendimize geri getirir.
Hislere yetişmek, kendimize yetişmektir. Kendi gerçeğimizle buluşmak, bazen kırılarak, bazen ağlayarak, ancak en çok da anlayarak.