Hemen hemen her tatilde aynı şeyleri yaşıyoruz. Bayram tatilinde bir nebze boşalan büyükşehirler, tatilin sona ermesiyle birlikte tekrar eski halini alıyor. Her boşlukta kitleler halinde tatil yörelerine akın eden halk, sonrasında yine kitleler halinde geri dönüyor. Trafik yoğunluğu ve kazaları bir yana; sokaklarda, yollarda bile yürünemeyecek derecede yoğunluk oluşuyor. Dinlenmek için planlanan bu süreçte, insanlar daha da yorgun hale geliyor. Ülke nüfusunun kontrolsüz bir şekilde bazı şehirlerde yoğunlaşmış olması, ulaşım ağının yeterince gelişmemiş olması ve plansız şehir yerleşimlerinden dolayı; her tatilde bir kaos ortamı karşımıza çıkıyor.

İmkanı olanlar ve başka zamanlarda boşluk bulabilenler, resmi tatillerde yolculuk yapmamayı tercih ediyor. Fakat çoğu insanın ikinci bir seçeneği olmuyor. Resmi tatiller dışında boşluk yaratamayan insanlar, ya tatile çıkmamayı ya da bu hengamenin içine karışmayı seçmek zorundalar. Nüfusun büyük çoğunluğu birkaç şehirde toplandığı ve benzer çalışma koşullarına sahip oldukları için bu zamanlarda birçok yol ve yerleşim yeri, kontrolden çıkmış bir kalabalık tarafından istila ediliyor. Bunun sonucunda da tatil için planlanan her aktivite, karınca sürüsü gibi bir kargaşa yaratıyor. Tabii bu durumu saadece çalışma şartları ve dengesiz nüfus dağılımı ile açıklamak doğru olmaz. Şehir planlamalarından yoksun oluşumuz da bu tip kargaşaları normalin iki, üç katına çıkarıyor.

Paris, La Plata, Barcelona, Amsterdam gibi düzgün şehir planlaması olan yerler, bu tip büyük kalabalıkların etkisinin minimalize edilebilirliği açısından olumlu birer örnek olarak gösterilebilir. Maalesef ülkemizin herhangi bir yerinde, böyle bir şehir planlaması göremiyoruz. Ne mimari bir tarzımız ne de sistematik bir yerleşim planımız yok. Bunun yerine her şehirde, özellikle de büyükşehirlerde ortaya çıkan ucube yapılar, her geçen gün bir virüs gibi yayılıyor. Planlamadan yoksun olduğumuz için ulaşım da aynı şekilde kaotik bir duruma evriliyor. Nüfusun da bu şehirlerde yoğunlaşması ile birlikte, iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor bu durum. Bahsettiğim yabancı şehirlere bir göz atarsanız, aradaki farkı çok daha iyi anlayacaksınız.

İtalya'da Palmanova, Danimarka'da Bródnby Haveby, ABD'de Rotonda West gibi radyal planlanmalı şehirler ise aslında yeni yapılanmaya gidilecek yerlerde veya tatil yörelerinde deneyebilecegimiz şehir planlamaları olmalıdır. Buna örnek olarak, ülkemizde Aydın'ın Sultanhisar ilçesine bağlı Atça kasabasını gösterebiliriz. Kurtuluş Savaşı sonrası yenilgiye uğrayan Yunan ordusu, geri çekilirken Ege'deki bircok yerleşim yerini çıkardıkları büyük yangınlarla tahrip etti. Atça da bu yerlerden biridir. Cumhuriyetin ilanından sonra, işgalden etkilenen şehirlerin yeniden imarı için planlar hazırlanmaya başladı. Mustafa Kemal Atatürk'ün yolunun Atça'ya düşmesiyle birlikte, bu bölge de imar planına dahil edildi. Paris’te şehir planlaması eğitimi alıp yurda dönen mühendis Abdi Hıfzı Bey tarafından, 1924 yılında Atça için bir imar planı hazırlandı. Eğitim için gittiği Paris’in mimarisine ve kent dokusuna hayran kalan Abdi Bey, Atça’nın imar planını hazırlarken Paris’in kent biçiminden esinlenerek radyal bir kent planı tasarladı. Bu şekilde ortaya çıkan Atça, genellikle Türkiye’nin Paris’i ya da Küçük Paris olarak anılır. İnternet üzerinden Atça'yı bir araştırın derim.

Bu örneği, aslında düzgün şehir planlamalarının ülkemizde de uygulanabilir olduğunu göstermek için verdim. Tabii ki İstanbul veya benzer şekilde kontrolden çıkmış şehirlerde, sil baştan bir planlama yapmak imkansız gibi bir şey. Fakat en azından yeni yapılan yerleri, sistematik bir mimari plan çerçevesinde dizayn edebilirsek; içinde bulunduğumuz birbirine benzer ve virüs gibi kontrolsüzce her tarafa yayılan beton yığınlarının daha fazla artmasının önüne geçebiliriz. Böyle gelmiş böyle gider demeyi bırakmak, atılacak ilk adım olmalıdır. Planlanacak yeni yerleşim yerlerinde, önceden yapılacak zemin-etüt çalışmaları ile depremin etkilerini de en aza indirebiliriz. Yine aynı şekilde ortaya konulacak akla uygun şehir planlamalarıyla birlikte, bu gibi doğal afet durumlarında çok daha hızlı ve sistematik bir ulaşım ağı da oluşturulmuş olur. Bunların yanı sıra, trafik sorunu da olabilecek en makul seviyeye iner ve yoğun nüfusun şehirlerde oluşturduğu deformasyon da azaltılmış olur. En basit haliyle, bir yerden bir yere gitmek işkence olmaktan çıkar ve şehirden kaçma ihtiyacı giderilmiş olur. Böylelikle tatil anlarında oluşan yoğunluk da engellenmiş olur. Çünkü insanlar kendilerine vakit ayırmak, yalnız kalmak veya kafa boşaltmak için bulundukları yerlerden kaçma derdindeler. Yaşadıkları yerlerde bu imkanı bulabilen insanlar, kolay kolay oradan ayrılma ihtiyacı da hissetmezler.

Birçok sorunun çözümü aslında zincirleme şekilde birbirine bağlı. Öncelikle rant odaklı mimari yerine, bilimsel ve sistematik bir yerleşim planlaması ile yaşanılabilir kentler inşa etmeli, en azından mevcut çirkinliğin yayılmasını durdurmalıyız. Kime sorarsanız sorun büyükşehirlerde yaşamanın artık iyice zorlaştığını söyleyecektir. Bunlara ek olarak, ülkeye alınan milyonlarca sığınmacı ve kaçaktan sonra; artık sokaklarda yürütebilmek bile imkansız hale gelmişken, bundan sonrası için planlı ve bilime dayalı bir sistem izlemek elzemdir. Yarından başlayarak buna yönelmeliyiz, yoksa nefes alacak herhangi bir alan bulamayacağız.