Felsefeye birazcık ilgi duyan herkes Mağara Alegori'sini duymuştur. Platon'un Devlet adlı eserinde, Sokrates'in ağzından ortaya atılan alegoride; karanlık bir mağaraya zincirlenmiş, başlarını sağa sola çeviremez halde ve sadece mağara duvarına bakan insanlar görürüz. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar, mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklik olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışan bu insan, duvarda gördüklerinin bir yanılsama olduğunun farkına varır. Bu durumu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere geri döner, fakat mğaradakiler dışarıda farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Platon'un bu alegorisinde mağara - toplumu, zincirlenmiş insanlar - toplumun parçası olan bireyleri, zincirler - toplumsal yapı içerisinde bulunan kuralları, mağaranın duvarına yansıyan gölgeler ise toplumda kabul edilen doğruları sembolize eder. Platon'a göre zincirleri kıran birey, hakikatin peşine düşen filozofu ve sorgulayan insanı temsil eder.

İnsanlar toplum olarak yaşamaya başladığı günden beri bazı kurallar oluşturmuş, bunları da zaman içinde değiştirmiş ve geliştirmiştir. Farklı inançlara ve kültürlere göre değişiklik gösterseler de kurallar her dönemde vardır. Bunlar toplumun uyumlu bir şekilde hareket edebilmesi için gereklidir. Kurallar çerçevesinde yaşayan birey için tüm gerçeklik, bu çerçeve içinde yaşananlardır. Toplumun dışında kalan şeyler ise çoğu zaman bireyin ilgisini çekmez.

Bir şekilde toplumun genelinden daha meraklı olan bireyler, kuralların dışında kalan şeyleri de öğrenmek isterler. İçinde yaşadıkları ortamın dışına çıktıkları zaman, toplumun ve kuralların yalnızca kendi gerçeklikleri olduğunu fark ederler. Asıl gerçeklik ise, onlara öğretilenden çok daha farklıdır. Elbette artık gerçeği öğrenmiş birey, topluma dönüp de aslında içinde yaşadıklarının gerçek olmadığını söyleyecektir. Fakat kurallarına katı bir şekilde bağlı olan toplum da bunları reddedecektir.

Platon’un mağara alegorisindeki benzetmeler ve hikaye, birçok bağlamda ele alınabilir. Zincir; ateistler için din, anarşistler için devlet, sosyalistler için kapitalizm, dindarlar için şeytan, milliyetçiler için dış güçler olarak yorumlanabilir. Mağarayı evi gibi görenler olabileceği gibi, hapishane gibi görenler de olabilir. Cahillik mutluluktur diyorsanız (ki ülkemiz insanı tarafından sıklıkla kullanılır) mağaranın dışı sizi gerçekten rahatsız edebilir. Bazılarına ise gölgeler yetmez ve gölgeyi yaratanın peşine düşerler. Bunlara araştıran ve sorgulayan insan diyebiliriz.

Bugün insanların birçoğu belki de farkında olmadan kendi mağarasında yaşıyor, bilinmeyenden korkuyor ve etkilenebilecekleri her değişimi reddediyorlar. Fikirleri, projeleri, hayalleri olsa da bunları gerçekleştirmek için adım atamıyor; kısacası elleri, kolları bağlanmış şekilde yaşıyorlar. Kurtuluşlarının anahtarı boyunlarında asılı olmasına rağmen asla ellerine alamıyor, onlara gösterdiğinizde ise size düşman olabiliyorlar. Sonuç olarak; mağaralarının dışına çıkmaktansa, onları son derece yavan bir yaşam alanı haline çevirmeyi tercih etmiş durumdalar. Nihayet sorgulamaya başlayan insanlar ise aralarından sıyrılma imkanı bulabiliyor. Fakat gerçek ile sahtenin bu derece birbirine karıştığı günümüz dünyasında, bu öze ulaşabilmek zannedildiği kadar kolay değil. Kolay olmadığı için de oldukça değerli. Bu noktadan sonra kişiye düşen görev ise; modern bir Prometheus olarak bilginin ışığını en kör dimağlara ulaştırmak olmalı. Bu da sadece; her an, her şeyi ve de daimi olarak sorgulamakla mümkündür.