Shakespeare’in doğduğu ve son yıllarını geçirip öldüğü Stratford Upon Avon, gezinin beşinci günün ilk durağı oldu.

İngiltere’nin yeşil doğasını ve ekilmedik bir karış yerin bırakılmadığı kırsalını seyrederek rahat bir yolculuktan sonra Stratford Upon Avon’a vardık. Adı üzerinde Avon kenarına kurulmuş bir kasaba.

William Shakespeare 1584 yılında bu kasabada doğmuş. Annesi varlıklı toprak sahibi bir ailenin kızı iken, babası deri eşya ticareti yapan varsıl bir tüccarmış. Kraliçe Elizabeth, 44 yıl süren saltanatında eğitime önem vermiş ve okulların eğitim kalitesinin arttırmış, edebiyatın, özellikle tiyatronun gelişmesine katkı sağlamış. Kraliçenin bu çabaları sonucu Shakespeare kasabasında iyi bir eğitim almış.

Shakespeare’in ne zaman edebi eserler yazmaya başladığı ve Londra’ya ne zaman ve ne için gittiği tam olarak bilinmemektedir.

Londra’da oyun yazarı ki komedilerle başlayıp sonra bilinen çizgisine ulaşmış, oyuncu ve oyun yönetmeni olarak ün yapmış. Eserlerini çoğunlukla 1589 ile 1613 yılları arasında yazmış.

Dünya çapında en çok tanınan, üzerine en çok araştırma yapılıp kitaplar yazılan, oyunları hala oynanan ve sinemaya defalarca uyarlanan Shakespeare’in günümüze ulaşan eserleri, bazı ortaklaşa yazılanlarla birlikte 38 oyun, 154 sone, iki uzun öykü şiir ve birkaç kaynağı belirsiz şiirden oluşur. Döneminde bilinen bir yazar ve şair olmasına rağmen asıl ünlenmesi 19. Yüzyılda, İngiltere’nin sanayi devrimini gerçekleştirip güneş batmayan imparatorluk haline geldiği, hükümdarlığı 64 yıl süren (1837- 1901) Kraliçe Viktorya dönemine denk düşer.

Ömrünün son yıllarında tekrar kasabasına döner ve yeni aldığı evde birkaç yıl yaşadıktan sonra 1616 yılında 52 yaşında ölür ve evinin yakınındaki Holly Trinity Kilisesi’nin bahçesine gömülür. Shakespeare ölümünden yedi sene sonra yapılan sade bir anıt mezarda yatmaktadır.

Şirin bir kasaba olan Stratford Upon Avon’da her şey Shakespeare üzerine kurulmuş. Kasaba eski haliyle korunurken doğduğu ev, okuduğu okul ve öldüğü ev müze haline getirilmiş. Giriş ücretleri 25 Sterlin civarında.

Kasabada ayrıca büyük bir tiyatro binası inşa edilmiş. Düzenli Shakespeare oyunları sahneleniyormuş. Hediyelik eşya mağazaları şehir merkezindeki ana caddenin her iki yanında yerlerini alırken nehir kenarında çeşitli şeylerin satıldığı stantlar da mevcut.

Rehberimiz Fatih Çopuroğlu’nun bilgilendirici şehir turundan sonra verilen serbest zamanda şehir keyifle arşınlandı, mağazalarda zevkle alışveriş yapıldı. Ardından tam zamanında buluşulup Chester için yola çıkıldı.

Chester şehri Dee Nehri kıyısında Galler ülkesine yakın bir yerde antik Romalılar tarafından kurulmuş ve ismini "Romalı Kalesi" olan kastra sözcüğünden almış. Romalılar döneminde İngiltere’nin üç büyük kalesinden birinin inşa edildiği bir kentmiş. Roma Kalesi ve kent surları varlığını günümüzde de sürdürmektedir.

Rows adı verilen eski beyaz-siyah binalardan oluşan iki katlı merkezi alışveriş yolları ki İngiltere’de başka yerde yok, katedral ve şehir belediye binası olan Town Hall ilgi çeken yerlerdi.

Londra Big Ben Saat Kulesi’nden sonra en çok fotoğrafı çekilen Eastgate Saat Kulesi bu kentte bulunur. Biz de fotoğrafını çekerek bu özelliğine katkı sunduk. Saat kulesi kadar olmasa da belediye binası karşı tarafında bulunan kent maskotu yavru fil heykeli de yoğun fotoğraf çekilen şeylerden biriydi.

Chester’den yolumuzu Liverpool’a çevirdik. İngiltere’nin önemli bir liman ve sanayi kenti. Liverpool kenti geçmişinde şu anda anımsamak istemediği şeyler yaşamış. Liverpool limanı Afrika’dan Antillere ve Amerika’ya köle ticareti başladığında önemli bir rol üstlenmiş. Dünyada köle ticareti yapan gemilerin yarısı bu limandan kalkmış ve kent köle ticaretinden elde ettiği gelirlerle hızla zenginlemiş.

Liverpool günümüzde, en çok erkek futbol takımı ve bağrından çıkardığı The Beatles Müzik Grubu ile tanınır. Akşam yemek saatinde vardığımız kentte bizi bugüne kadar sadece otobüste takip eden yağmur karşıladı. Yağmur, The Beatles’in ünlenmesi yolunda önemli bir kilometre taşı olan ilk zamanlarında düzenli sahne aldıkları Cavern Club'ı görmeye gitmemizi engelleyemedi, ıslandık ama değdi.

Ertesi gün Mersey Nehri Halici'nin doğusuna yerleşmiş olan Liverpool’u önce otobüsümüzle turladık. Prens Albert Sanat Merkezi, Albert Dokları ki şu anda müze olarak hizmet vermektedir, Liverpool Kent Müzesi, Ters Ev gördüğümüz yerlerdi. Sahilde bulunan The Beatles Grubunun heykelleriyle fotoğraf çektirdik tabii ki kent merkezindeki mağazalar da ziyaret edildi.

Liverpool’a gidilir de stadyumuna gidilmez mi?!. Stadyuma gidilir de mağazasından alışveriş yapılmaz mı hele de erkek futbol takımının premier ligde şampiyon olduğu bir yılda…

Sonra…

Sonra, Durham’a doğru yola koyulduk; İngiltere’nin en yeşil kentine…

Manzaranın güzelliğine yol boyunca esprili bir dille hem bilgilendiren, hem düşündüren hem de gülümseten rehberimiz Fatih Çopuroğlu’nun anlatımı da eşlik edince bir baktık ki Durham’dayız.

Durham Kuzey-batı İngiltere'de Wear Nehrinin bir kavisi üzerinde kurulmuş. Wear Nehrinin kenarında bulunan bir tepe üzerinde bulunan Durham Katedrali şehrin ana siluetini oluşturmuş. Oxford ve Cambridge Üniversitelerinden sonra ilk üniversite Durham’da kurulmuş ve günümüzde de ülkenin önemli bir üniversite kentiymiş.

Kentin pazaryerini ve şirin sokaklarını arşınladıktan sonra bekle bizi Newcastle dedik. Kısa zamanda vardığımız Newcastle’de şehir turunun ardından stadyumunda fotoğraf çektirdik. Tur ücretine dahil olan akşam yemeğini yine bir açık büfe dünya mutfağında yedik ve ertesi güne hazır olmak için dinlenmek üzere otelimize geçtik. Bu güne kadar kaldığımız oteller bizi hayal kırıklığına uğratmadı ve bu otel de…

Ertesi gün bizi İskoçya’nın beklediğini bilmenin verdiği heyecanla derin bir uykuya daldık…

Nedim İnce

Altınoluk / 05. 08. 2025