İngiltere’ye ilk göç eden kavimler Orta Avrupa’dan gelen Keltler’dir. Adaya dağılan Kelt kabileleri uzun süre adanın tek hakim olarak yaşamışlar. Galya’ya dayanan Romalılarla ticaret şeklinde başlayan ilişkileri, haraç verme şeklinde devam etmiş, MS 43 yılında başlayan Roma istilasıyla da tüm adaya olan egemenlikleri kesintiye uğramış.
Savaşçı kabileler olan Keltler, MS 410 yılında Romalıları geri çekilmeye zorlamışlar ve bunu da başarmışlar. Ancak Romalıların ardından kısa bir süre sonra gelen Anglosakson kabilelerin istilasıyla tekrar kırsala, kırsaldan da İskoçya ve İrlanda’ya geri çekilmek zorunda kalmışlar.
Günümüzdeki Birleşik Krallık o yıllarda oluşan yapının büyük oranda devamı niteliğindedir.
Yaklaşık dört yüzyıl boyunca, İskoçya hariç, adaya hakim olan Romalılar, adadaki kavimlerden daha ileri bir uygarlığın izlerini bırakmışlar. Kurdukları birçok şehir günümüze kadar varlığını sürdürmüş.
Oxford’dan sonra uğradığımız Bath kenti de Romalılar tarafından kurulmuş, günümüzde de varlığını sürdüren bir kent. Avon Nehri vadisinde kurulan kent kaplıcalarıyla ünlüymüş. Günümüze kadar ayakta kalan, yakın zamana kadar da faal olan, şimdi müze olarak hizmet eden Roma Hamamı görülmeye değer yapılardan..
Bath şehri doğası ve kaplıcaları nedeniyle özellikle 17. ve 18. Yüzyıllarda İngiltere’nin sayfiye yerlerinden biri olmuş. 18. Yüzyılda konut olarak inşa edilen daire şeklindeki Circus ve hilal şeklinde olan Royal Crescent anıt yapıları hala konut olarak kullanılmaktadır.
19. Yüzyılda bir süre Bath’da yaşayan ve kentle ilgili iki roman yazan Jane Austen’in müze evi de görülmeye değer yerlerdendi. Avon kenarında kurulan kentin nehir çevresi piknik alanı olarak düzenlenmiş. Bir köprüsü de iki taraflı hediyelik dükkanlarla donatılıp ilgi çekici hale getirilmiş.
Bath’ta hizmet veren Kapadokya isimli Türk restoranın bir sürpriz olduğunu düşünmüştük, daha sonra gezdiğimiz küçük kentlerde de Türk restoranları olduğunu görene kadar. Kapadokya Restoran’da Rehberimiz Fatih Çopuroğlu’nun torpilini de kullanarak özlediğimiz mercimek çorbasını kaşıkladık, çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim. Bize hizmet eden garson ODTÜ Makine Mühendisliğini bitirmiş, Londra’da yüksek lisans yapmış, Bath Üniversitesi’nde doktora yapan bir Türk genciydi.
Serbest zamanımız göz açıp kapayıncaya kadar bitti. Otobüsümüze binip Cardiff’e yola çıktık. Uzunca bir köprüden geçip Galler’e ve onun başkent Cardiff’e vardık. Cardiff Millenium Stadyumunda o akşam dünyaca ünlü bir rap şarkıcısının konseri varmış. Birçok yol ve cadde kapandığından şehir turunu yürüyerek yaptık, Cardiff Kalesi, bakanlık ve belediye binaları, adliye binası gördüğümüz yerlerdi. Millenium Stadyumu yanındaki açık büfe dünya mutfağı restoranında yemeğimizi yerken konsere de kulak verdik. Yorgun argın otelimize vardığımızda güzel bir gün geçirdiğimizden hepimiz hemfikirdi.
Cardiff’in sürpriz sadece konser değilmiş. Sabah kahvaltıdan sonra odamıza eşyalarımızı almaya çıktığımızda kapı duvardı. Ne bizim elektronik anahtar, ne de görevlininki kapıyı açamadı. Pazar günü olması nedeniyle teknik elemana da ulaşılamadı. Rehberimiz Fatih Beyin teknik becerisi de yetmedi. Tam eşyalar kalsın arkadan gönderin derken kapının mekanik anahtarı bulundu ve odamıza girebildik. Günün programına bir saat geç başladık ancak Vertigo ekibi bunu gün içinde ustalıkla telefi edip programı aksatmadı.
Rotamızı kuzeye çevirdik. İlk durağımız Stratford Upon Avon ile ki Shakespeare’in doğduğu ve son yıllarını geçirip öldüğü kasaba olur, sonraki yazı devam edecek.