1917 devrimi kendini siyasi eylemin düzenlediği iktisadi kontrollerle toplumsal adaleti sağlamaya adamış tarihte ilk devrimdi. Yüzyılın başında Ortodoks Rus Sosyal-Demokratlar ile işçilerin iktisadi taleplerine öncelik vermek isteyen iktisatçılar arasındaki anlaşmazlık erken dönem Bolşevik düşüncesini şekillendirip etkiledi ve Lenin’i eserlerinde siyasi eylemin öncelikli gerekliliğinin altını çizmeye teşvik etti. Rus devriminin önemli rol oynadığı bir diğer modern dünya fenomeni de geri kalmış halkların bağımsızlık hareketi oldu. Fransız devriminin ardından bireylerin birbirinin aynı olduğu önermesi milletlerin de birbirinin aynı olduğu önermesine taşındı. İnsan hakları eşitliğinin ulus hakları eşitliğini de kapsadığı varsayıldı ve milletlerin bağımsız kalması da en az insanların kurtuluşu hayati ve heyecan verici bir hedef haline geldi. Bu anlayış Fransız devriminden 19. ve 20. yüzyıllara kalan en önemli miras oldu. Fransız devriminin etkileri diğer devletlere eşitlik, özgürlük, adalet gibi akımları miras bırakırken aynı şekilde Rus devrimi de bu tip etkiler yarattı. 1905 başarısızlıkla sonuçlanan Rus devrimi ileriki yıllarda Türkiye, İran ve Çin’de devrim için itici bir güç yaratmış gibi gözükmekteydi. O ana kadar çoğunlukla Avrupa ile sınırlı kalan ulusal bağımsızlık hareketinin başka kıtalara yayılması 1917 devriminin en bariz uluslar arası başarısıydı. Orta Asya, İran, Türkiye, Mısır ve Ortadoğu’nun her tarafında baş emperyalist güç olan Büyük Britanya karşısında ezilenler için Sovyet Rusya doğal bir müttefik olarak kabul ediliyordu. Hindistan ve Afganistan’daki milliyetçi hareketlerin yüzü Moskova’ya dönüktü; Sovyet Rusya, sınır ötesi haklarından gönüllü olarak vazgeçen ilk kuvvet olarak Çin’de itibar ve sempati kazanmıştı. 1789 ve 1848’in devrimlerinin Fransa’dan İngiltere’ye değil de doğuya doğru, Orta Avrupa’nın az gelişmiş ülkelerine yayılması gibi Rus devrimi de batıya Avrupa’ya değil; doğuya, daha az gelişmiş Asya kıtasına doğru yayıldı. Artık devrim yalnızca burjuva kapitalizmine karşı Batı’nın en geri kalmış ülkesinde gerçekleşen bir ayaklanma değil, en gelişmiş Doğu ülkesinin Batı emperyalizmine karşı başlattığı bir isyan olarak görülebilirdi. Yazdığı son makalede Lenin, devrimin Avrupa’daki başarısızlığıyla ilgili olarak ‘‘Doğu şimdiden devrimci harekete katılmıştır.’’ ve ‘‘Rusya, Hindistan, Çin vs nin dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturuyor’’ türünde gözlemler yaptı. Bu Lenin’in her zamanki kavrama gücünün etkileyici bir dokunuşuydu.
     Rus devriminin Asya ve Avrupa’da 19. yüzyılın kapitalist düzenine karşı isyana yönelik devrimci hareketleri tetiklediği açıktır. Fransız devriminin çağı 1917’de sona erdi ve yeni bir devrim çağı başladı. Geleceğin tarihçileri bu çağın 1949’da, Asya ve Afrika’daki devrimlerin etkili bir şekilde başladığı zaman bitip bitmediğini ya da bu olayların Rus devriminin istisnai bir uzantısı olarak yorumlanıp yorumlanamayacağını tartışabilir. Fakat insanlık geçmişini araştırmakla ilgilendiği müddetçe hiç kimse 1917 devriminin referansının tarihin en önemli dönüm noktalarından biri olduğundan şüphe duymaz.
     Bu yaşanan olayların bir yanını Bolşevikler oluştururken bir yanda da Menşevikler vardı. Marksizm ve devrimciler Menşevizm’i kaypak bir terim olarak görmüşlerdir. Menşevizm gerek ideolojik, gerekse örgütsel bakımdan gerçekten kaynaşmış bir hareket şeklinde evrimleşemedi. En seçkin örnekleri temel konularda birbirleriyle anlaşamıyor ve zaman zaman da kimilerinin görüşleri Bolşevikler’den pek az farklı oluyordu. Yirmi yıllık kısa süre içinde, çeşitli kritik sorunlar konusunda, Menşeviklerin açıkça tutum değiştirmiş olması durumu daha da karmaşıklaştırmıştı. Bu yüzden, Menşevizm’i tanımlamanın en iyi yolu onun gelişimini olayların oluşlarına göre sırasıyla incelemektir.