Her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, Anadolu’da binlerce yıldır aynı umutla kutlanan bir gelenek canlanır: Hıdırellez. Kimine göre bir bayram, kimine göre dua, kimine göre ise dileklerin gökyüzüne yazıldığı bir köprü gecesidir.
Hıdırellez, baharın ve bereketin habercisi olduğu kadar, insanların dileklerine sarıldığı, umutlarını tazelediği bir zaman dilimidir. Toprak yeniden uyanır, ağaçlar yeşerir, insanlar niyetlerini gül ağacının altına gömer. Kağıtlara evler, arabalar, çocuklar, sağlık ve huzur çizilir; gül dallarına asılır ya da akarsulara bırakılır.
Peki bu dileklerin anlamı ne?
Hıdırellez aslında bir toplumsal ritüeldir. İnsanın içindeki umudu diri tutmak için doğa ile kurduğu sembolik bir bağdır. Hızır ile İlyas’ın yeryüzünde buluştuğuna inanılan bu gecede, insanlar bir araya gelir, ateş yakar, dilek tutar. Bu, sadece bireysel bir dua değil, toplumsal bir dayanışmadır aynı zamanda. Mahalledeki çocuklar aynı heyecanla dilek tutar, anneler aynı sessizlikle dua eder, yaşlılar geçmişi hatırlarken geleceğe göz kırpar.
Ancak Hıdırellez’in bize anlattığı bir başka şey daha vardır: Umut etmekten vazgeçmemek. Ekonomik sıkıntıların, toplumsal gerginliklerin, belirsizliklerin içinde, hâlâ bir dileğin gül ağacının dalına asılabilmesi bile başlı başına bir direniştir.
Bazı dilekler gerçekleşmez. Bazıları gecikir. Bazıları ise hiç unutulmaz. Ama her biri bir inancı temsil eder: Bir gün her şey daha güzel olacak.
Hıdırellez, sadece bir gelenek değil; Anadolu’nun ortak belleğinde saklanan bir umuttur. Belki bu yıl da çizilen o küçük ev, yıllardır beklenen bir yuvayı simgeleyecek. Belki o dua, bir çocuğun hastalığından kurtuluşu olacak. Belki de sadece içimizdeki o iyilik, biraz daha çoğalacak.
Ve belki de en büyük dileğimiz şu:
Barış, bolluk ve adalet, hepimizin hayatında gül ağacı gibi yeşersin.