Bir tas çorba bir dilim ekmekle geçer ömür
Bir çift yorgun ayakta taşır dağ taş çamur
Gözlerinde kurumuş bir sevdanın eski rengi
Bir başına sürer de gider kader budur
Çatlamış ellerinde harman kalır dilekler kalır
Yıldız sayar geceleri uykusuzlukla yanar
Anlatmaz derdini kimse taş olur içine siner
Bir gölge gibi gezer kimselere dokunmaz ağlar
Sırtı dağ gönlü ova suskun bir dağ köylüsü
Her sabah bir kuraklık her akşam yorgun yüzü
Ne gözyaşı düşürür ne de dert anlatır dile
Sustukça içten yanar kül olur nice düşü
Yorganı gökyüzüdür yastığı taş döşeği toprak
Yine de şükür eder “Allah büyük,” der güler yüzler
Düşlerde bir bayramlık bayramda bir eski bez
Bir annenin dizinde çatlamış bin ince el
Kış gelir soba yanmaz üşür de titremez bile
Bir çift çorap bir umut yeter ona ekmekle
Ne zaman sorulsa hâli “İyiyim,” der her sefer
Yoksulluğu alnına yazmış susmak en güzel haber
Giden dönmez gelen bilmez yollar hep diken dolu
Ay ışığıyla konuşur yıldızlara sorar yolu
Bir seher vakti düşer yola düşer yorgun ayak
Bir atın terkisinde sevdayla büyür çocuk
Yel gibi esip geçer çadır gibi kurar ömrü
Yıkılır da eğilmez taşır da dağlar gibi yükü
Kırılırsa da içten yüzünde görünmez izi
Bu toprakların kaderi budur anlatmaz sözü
Ve bir gün ansızın susar sesini rüzgâr alır
Bir mezar taşsız kalır bir türkü dudakta kalır
Bir çobanın ıslığında bir yarenin dileğinde
Yörük gibi yaşar da gider izi dağlara yazılır
Bir tas çorba bir ağıt bir de dağ yeli kalır
Gülnar’ın yüce alnında sessizce izler kalır
Kim bilir kaç yürekle kaç yoksul ömür yanar
Bir türkü söyleyip giderler yel gibi geçip giden canlar
Not:
Bu şiir, Torosların eteklerine yaslanmış Gülnar’ın suskun ama onurlu insanlarına, çorak toprakta umudu, yorgun gözlerinde sabrı taşıyanlara bir selamdır.
Yel gibi gelip geçenlerin ardında kalan iz, bu dizelerde yaşamaya devam eder.