CHP’de yaşananlar bir süredir partinin iç meselesi olmaktan çıktı. Artık karşımızda duran tablo, siyasal bir muhasebeden çok, kişisel bir hesaplaşmanın gölgesinde yürütülen bir mücadeleye dönüştü. Kazananı olmayan, ama kaybedeni çok olan bir mücadele bu.

Kemal Kılıçdaroğlu… Uzun bir siyasi hayat, birçok badire, birçok yenilgi… Ve en sonunda gelen bir devir-teslim. En azından öyle sanıldı. Ama şimdi görüyoruz ki o “veda”, aslında yarım bırakılmış bir sahne arasıymış. Koltuk gitmiş olabilir, ama gölgesi hâlâ orada duruyor. Üstelik bu gölge, giderek büyüyor, kararıyor ve yeni dönemin ışığını bastırıyor.

Bugün yaşananlar, sadece bir mahkeme süreci değildir. Hukukun zemininden kayarak siyaseti dizayn etme çabası, halkın değişim iradesine karşı yürütülen bir operasyona dönüştüğü basında uzun süredir dillendirilmektedir. Yargı üzerinden kurultayı tartışmalı hale getirme çabası, açıkça CHP’yi etkisizleştirme riskini taşımaktadır. Ve ne yazık ki bu girişimin baş aktörlerinden biri, bir dönem bu partiyi taşıyan ama artık kendi gölgesinde boğan eski genel başkandır.

“Mahkeme dönerse, partiyi kayyuma bırakmam” demek, siyaseten ne anlama gelir? Kimseyi kandırmaya gerek yok. Bu, dolaylı bir kayyumluk ilanıdır. Sadece yargı üzerinden meşrulaştırılmak istenen bir dönüş çabası. Açık açık “Ben atanmak istiyorum” demek yerine, bir tür “sorumluluk” kılıfına sarılmış bir müdahaledir.

Kılıçdaroğlu uzun zaman boyunca sistemin mağduru bir liderdi. Bugün sanki sistemin diliyle konuşuyor, kendi sistemini inşa etmeye çalışıyor. Oysa siyasetin özü değişimdir, devir teslimdir, yeni olanı kabullenebilmektir. Bugünse karşımızda eski olanın, yeniyi boğmaya çalışan inadı var.

Peki, tüm bunların gölgesinde asıl soruyu sormak gerekmez mi?

Ekrem İmamoğlu’nun yerelde yarattığı başarı ivmesi ve Özgür Özel’in genel siyasette kurmaya çalıştığı yeni dil, CHP’yi uzun yıllar sonra yeniden iktidar umuduyla buluşturabilecek bir potansiyel barındırıyor. Tam da bu yüzden, değişim talebinin karşılık bulduğu bir dönemde yaşanan bu iç tartışmaların zamanlaması ve yöntemi manidar değil midir? CHP’yi iktidara taşıyabilecek yeni bir liderlik yapısının filizlenmesi engellenmek isteniyor olabilir mi? Sorulması gereken budur: Bu kriz, gerçekten hukuki mi; yoksa siyasi bir hamleyle değişimin önü mü kesilmek isteniyor?

Bu tablo, yalnızca bir iktidar mücadelesi değil; aynı zamanda yeni olanın doğumunu engelleme çabasıdır. Halkın geleceğe yönelmiş umudu, geçmişin bitmek bilmeyen gölgesine mahkûm edilmek istenmektedir.

Bir partiyi kayyuma bırakmamakla övünmek, eğer o partinin seçilmiş yönetimini hukuk yoluyla düşürmeye çalışıyorsanız, hiç de erdemli bir pozisyon değildir. Aksine, halkın iradesini devre dışı bırakma anlamına gelir.

Ve evet, bu bir kayyum operasyonudur. Ama hem dışarıdan hem de içeriden. Bu, bir partinin kendi hafızasına karşı açtığı davadır. “Ben gidersem parti zarar görür” diyen bir akıl, aslında “parti benden ibarettir” demektedir. Bu ise partiyi değil, kişisel hırsı korumaktır.

Tarihte her liderin bir zamanı olur. Asıl mesele, o zaman dolduğunda nasıl hatırlanmak istenildiğidir. Onurlu bir vedayla bir dönemi kapatmak, siyaset tarihinde bir asalettir. Ama bazı vedalar ne yazık ki hiçbir zaman tamamlanmaz. Bazı gölgeler, ışığın önünde inadına dikilir.

Artık mesele sadece bir liderlik krizi değil; bir zihniyetin çöküşüyle ilgilidir. CHP'nin yeniden toplumla bağ kurma ihtimali, ancak bu gölgenin tamamen çekilmesiyle mümkün olacaktır. Halk, yeniden umut inşa etmek isterken, eski alışkanlıkların dayatılmasıyla karşı karşıya kalmaktadır.

“Veda etmeyen bir liderin gölgesi, değişimin önündeki en kalıcı engeldir.”

Koltuk gider, gölgesi kalır. Ama bu gölge artık sadece kendisini değil; bir partiyi, bir siyasal mirası ve bir toplumsal umudu da karartmaktadır.

Benim işim kalemi kuşanmak, hakikatin izini sürmek ve sözü yerli yerine oturtmak, bu da en onurlu mücadelelerden biridir.

Unutmayın ki…

Söz, susarsa alanı bulanıklık kaplar.

Ama doğru zamanda doğru söz, karanlığı delen bir ışıktır.

-141