Türk televizyon dizileri, uzun yıllar boyunca hem yurt içinde hem de yurt dışında çok büyük bir izleyici kitlesine ulaşmış ve kültürel bir ihracat ürünü haline gelmiştir. Ancak bu dizilerin içeriğine bakıldığında, maalesef çoğu kez mafya, cinayet, aldatma ve entrika gibi unsurların öne çıktığını; bilim, sanat ya da edebiyat gibi daha nitelikli alanlara nadiren yer verildiğini görüyoruz. Bu durumun ardında pek çok sebep yatabilir.

Televizyon dizileri genelde geniş kitlelere hitap etmek amacıyla hazırlanır. Yayıncılar, reyting oranlarını arttırmak için "kolay tüketilen" içeriklere yönelirler. Mafya, cinayet ve aldatma gibi temalar; dramatik yapıları, aniden gelişen olaylarla izleyiciyi ekrana bağlama potansiyeli taşır. Buna karşın, sanat, bilim veya edebiyat gibi temalar daha derinlikli bir anlatım gerektirir ve çoğu izleyici bunları "yeterince çekici" bulmayabilir. Kültürel çeşitlilik sunmak yerine, yaygın talebe hitap eden içeriklerin tercih edilmesi, bu temaları arka planda bırakıyor.

Bir toplumun sanat ürünleri, genelde o toplumun sosyal, siyasal ve kültürel dinamiklerini yansıtır. Türkiye'de popüler kültürün büyük bir bölümü, çatışma, entrika ve dramatik olaylara odaklanıyor. Eğer bir dizide sanatla ilgilenen bir karakter ön planda olsa bile, genelde bu kişi marjinal ya da "toplumdan kopuk" olarak yansıtılıyor. Bilimle ilgilenen karakterler ise neredeyse yok denecek kadar az.

Yapımcılar ve senaristler, tıpkı seyirci gibi kolay tüketilen ve yaygın örüntülere dayanan hikâyeleri tercih ediyor. Mafya ve entrika hikâyeleri, önceden kanıtlanmış bir "reçete" gibi işliyor. Bu temalar hem çabuk üretilebiliyor hem de mevcut ekonomik baskılarla daha az risk taşıyor. Oysa sanatı, bilimi ya da edebiyatı merkeze alan bir yapım, daha fazla araştırma ve yaratıcılık gerektiriyor.

Türk televizyon dizilerindeki "doğu aşkı" ya da "aile şeriatı" gibi öğeler, toplumun tarihsel ve kültürel kodlarından besleniyor. Ancak bilim, sanat ve edebiyat gibi temalar bu kültürel altyapının daha az göz önünde olan yönleri olarak kalmış durumda. Çoğu dizi, toplumun mevcut alışkanlıklarına meydan okumak yerine, bu alışkanlıkların içinde kalmayı tercih ediyor.

Türkiye’de bilim, sanat ve edebiyatı konu edinen diziler de zaman zaman çekilmiş ve belirli bir izleyici kitlesi bulabilmiştir. Ancak bu yapımlar genelde daha az yaygın kanallarda veya dijital platformlarda öne çıkmıştır. Bu da gösteriyor ki, alternatif temalara olan talep azımsanmayacak kadar var, ancak bunun ana akıma taşınması için hem yapımcıların hem de seyircinin bakış açısında bir dönüşüm gerekli.

Sonuç olarak, Türk dizilerindeki bu tekdüze yapı, toplumsal talepler, yapımcı tercihi ve reyting kaygılarından besleniyor. Ancak bu durum, daha nitelikli, sorgulayan ve toplumun kültürel çeşitliliğini yansıtan yapımların önünü tıkayan bir engel olmamalı. Belki de özlenen bilimle ilgilenen, kitap okuyan ya da sanat yapan insanların hikâyelerini anlatacak yeni diziler, hem sektörü hem de izleyiciyi dönüştürebilir.