Toplum olarak yine, ilginç bir zaman kesitinden geçiyor ve epeyce yoğun bir gündemle yaşıyoruz. Kuzey
ve güneyimizdeki bölgesel savaşlar hız kesmeden devam ediyor. Hatta, özellikle güneyimizdeki İsrail-
Filistin Savaşı daha da şiddetleniyor. İsrail’in Lübnan’ı işgal etmeye hazırlanması, zaman zaman Suriye ve
Yemen’i bombalaması, savaşın tüm bölgeye yayılma eğilimi gösterdiği endişesini yaratıyor. Acaba İsrail,
Türkiye’ye de saldırabilir mi? Yakın gelecekte ve orta vadede hiç böyle bir olasılık söz konusu bile
değilken; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, birdenbire İsrail’in Türkiye’ye saldırması tehlikesinden
söz etti. Doğal olarak kamuoyunun gündemi de birdenbire değişti. TBMM bu konuyu görüşmek için
kapalı bir oturum gerçekleştirdi. Kamuoyumuzun bazı kesimleri, bu konuyu genellikle, toplumun
dikkatini başka yöne çekmek için ortaya atılmış yapay bir gündem maddesi olarak değerlendirdi. Ülkemiz
uzunca sayılabilecek bir zamandan beri ekonomik krizlerle boğuşuyor. Gittikçe ağırlaşan bu kriz, özellikle
dar ve sabit gelirli halk kesimlerini canından bezdiriyor. Ekonomik dar boğazda tünelin ucunda hiçbir ışık
görülmediği gibi, Maliye Bakanlığı’nın kredi kartlarından bile vergi almayı planladığı yeni bir vergi paketi
hazırlığında olduğu haberleri yayılmaya başladı. Bu arada ilginç bir gelişme daha oldu. Önce iktidar ortağı
HÜDAPAR yetkilileri ve ardından TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, mevcut Anayasa’nın özellikle ilk dört
maddesinin değiştirilmesi gerekliliğinden söz ederek, yeni bir Anayasa yapılması gerektiği taleplerini dile
getirmeye başladılar. Böylelikle her bunalımlı ve çalkantılı dönemde tıpkı bir temcit pilavı gibi ısıtılıp
ısıtılıp önümüze konulan” bu Yeni Anayasa Yapma” tartışmaları yeniden önümüze konuldu. Ve geçmişte
her siyasi partinin ve bazı STK’ların kendilerine göre hazırladıkları yeni Anayasa teklif ve önerileri
havalarda uçuşmaya başladı. Peki, bütün bu yeni Anayasa yapma tartışmaları ne anlama geliyor
derseniz? Her şeyden önce, ortada yeni bir Anayasa yapmak için uygun bir ortam ve gerekli fiziksel
koşullar olmaması nedeniyle, bu Yeni Anayasa yapma tartışmaları, yapay bir gündem değiştirme
manevrası olarak yorumlanıyor. İkincisi bu tartışmalar, ülkemizin artık mevcut bu Anayasa ile layıkıyla
yönetilemediğini gösteriyor. Üçüncüsü, siyasal sistemin tıkanıp, kendi kendisini yeniden üretemediği her
bunalım ve kriz döneminde olduğu gibi, bizleri bu kez de yine, odağında hep bu Anayasa değişikliklerinin
bulunacağı yeni bir Anayasa ve Anayasacılık mücadelesinin beklediği anlamına geliyor. Çok ilginçtir, bizim
ülkemizde bu Anayasa ve Anayasacılık mücadeleleri her nedense bir türlü sonuçlandırılamamış ve
üzerinde ekonomik, siyasal, yasal ve kültürel açılardan ortalama denilebilecek bir düzeyde bile olsa
toplumsal uzlaşma sağlanmış olan “Çağdaş bir Anayasa” ortaya konulamamıştır. Esasen ülkemizde, bir
türlü sonuca ulaştırılamayan Anayasa ve Anayasacılık hareketlerinin oldukça eskilere dayanan, hemen
hemen 200 yıllık hayli uzun bir geçmişi vardır. Tarihsel süreç içerisinde varlığını hep korumuş olan bu
Anayasa ve Anayasacılık hareketleri, kimi zaman alttan alta sessizce sürdürülmüş, kimi zaman ise
günümüzde olduğu gibi alevlenerek gün yüzüne çıkmıştır. Bu yeni Anayasa tartışmaları, bazı önemli
tarihsel dönüm noktalarında her zaman çok büyük toplumsal ve siyasal çalkantılara neden olmuştur.
Aslında, şöyle birazcık yakın geçmişi anımsayacak olursanız; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
geçen yıl yaptığı. Yeni bir anayasayı tartışmanın vakti gelmiştir, açıklamasıyla birlikte “Yeni ve Sivil Bir
Anayasa” yapma konusunda bir hayli hararetli tartışmaların yapıldığını hemencecik hatırlarsınız.
Muhalefet partilerinin de öteden beri, Yeni Anayasa yapılmasına ilişkin bazı çalışmalar yürüttüklerini de
biliyoruz. Çok ilginçtir, bizim siyasi tarihimizdeki Anayasa tartışmaları her zaman, toplumun çok büyük ve
baş edilemez ekonomik, sosyal, siyasal ve uluslararası sorunlarla karşı karşıya kaldığı, bunalım
dönemlerinde ortaya çıkmıştır. Çocukça bir saflıkla, Anayasayı değiştirmek ya da yeni bir Anayasa
yapmak bu sorunlardan kurtulmak ve bunalımlardan çıkmak için bir kurtuluş yolu olarak görülmüştür.
Her nedense, böylesi somut temelleri olan önemli ve büyük toplumsal sorunların, sadece soyut yasa
maddelerinden oluşan Anayasayı değiştirmekle çözülemeyeceği gerçeği bir türlü hesaba katılamamıştır.
Anayasa ve Anayasacılık hareketleri, tarihin her döneminde bu ideal uğrunda mücadele edenler için
tehlikeli, belalı ve netameli bir konu olmuştur. Uygarlık tarihi sürecinde 1215 yılında İngiltere’de ilan
edilmiş olan “Magna Carta Libertatum” yani “Büyük Özgürlük Fermanı” dünyadaki ilk Anayasa olarak
kabul edilir. Sözlü olarak kabul edilen bu ilk Anayasa, tarihsel bir anı olarak bile olsa İngiltere’deki
varlığını ve geçerliliğini hala korumaktadır. Dünyanın ilk yazılı Anayasa’sı 1776 tarihli Amerikan
Anayasası’dır. Ve o günlerden bugünlere kadar bir tek virgülü bile değiştirilmemiştir. 1789 yılında
gerçekleşen Fransız Devrimi’nden sonra İnsan ve Yurttaş Hakları beyannamesi ilan edilmiştir. Fransa
devleti, bu beyannamedeki ilkelere dayanan Anayasa’ya göre yönetilmeye başlanmıştır. Bu Anayasa kısa
süre sonra tüm Avrupa ülkelerince örnek alınarak yaygınlaşmıştır. (Haftaya devam edecek)