Hayatın her döneminde karşımıza çıkan, bizi yönlendiren, bazen de sorgulamamıza neden olan bir kelime: Hedef. Çocukken "büyüyünce ne olacaksın?" sorusuyla başlayan bu yolculuk, yetişkinlikte kariyer planları, ailevi beklentiler, toplumsal rollerle şekillenir. Ancak hedefler gerçekten bizim mi, yoksa başkalarının bize yüklediği yol haritaları mı?
Hedef koymak, disiplinli bir yaşam için gereklidir. Rotası olmayan bir gemi nasıl ki hiçbir limana ulaşamazsa, amacı olmayan birey de çoğu zaman kararsızlık içinde savrulur. Ancak bu hedefler sadece ulaşılması gereken bir nokta mı, yoksa sürecin kendisi mi değerlidir?
Toplum olarak hedefleri çoğu zaman başarıya endeksliyoruz. Üniversite kazanmak, ev almak, terfi etmek, daha çok para kazanmak… Peki ya mutluluk, iç huzur, toplumsal fayda gibi ölçülemeyen hedefler? Bunlar çoğunlukla ikinci planda kalıyor. Oysa insanı insan yapan tam da bu görünmeyen kazanımlardır.
Bir başka gerçek ise şu: Hedefler zamanla değişir. Genç yaşta çok değerli görünen bir amaç, yıllar sonra anlamını yitirebilir. Bu yüzden esnek hedefler belirlemek, hayal kırıklıklarının önüne geçebilir. Kimi zaman da hedefe ulaşmak değil, o yolda yaşanan gelişim süreci daha öğretici olabilir.
Toplumsal yapının ve ekonomik şartların insanları hedef belirlemeye nasıl zorladığını da göz ardı etmemek gerek. Özellikle gençler, kendi potansiyellerini keşfetmek yerine sınavlara, diplomalara, iş garantilerine sıkışmış durumda. Bu da hedeflerin kişisel bir yolculuk olmaktan çıkıp bir yarışa dönüşmesine neden oluyor.
Sonuç olarak, hedefler hayatın yönünü belirler; evet. Ama bu yön her zaman tek bir çizgide ilerlemek zorunda değil. Hedef koyarken kendimize şu soruyu sormalıyız: Bu gerçekten benim hedefim mi, yoksa başkasının benden beklediği bir rota mı?
Kendi yolculuğumuzu kendimiz çizdiğimizde, hedefe varamasak bile yürüdüğümüz yolun anlamı daha derin olabilir.