Yılanbalıklarının doğadaki en gizemli yaratıklar olduğunu biliyor muydunuz? Antik Yunan'dan beri merak konusu olan ve hala birçok cevaplanmamış soruyu beraberinde günümüze kadar getiren bir canlıdan bahsediyoruz. Yılanbalıkları Atlas Okyanusu'nun kuzeybatısında yer alan Sargasso Denizi'nde hayatlarına başlarlar. Deniz içinde bir deniz olan bu yerin, nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmek güçtür. Küba ile Bahamalar'ın biraz kuzeydoğusunda, Kuzey Amerika kıyısının doğusunda olmasına rağmen bir yandan da sürekli hareket halindedir. Kara yerine dört güçlü okyanus akıntısıyla çevrilidir. Batısında Körfez akıntısı (Golfstream), kuzeyinde Körfez Akıntısı'nın bir kolu olan Kuzey Atlantik Akıntısı, doğusunda Kanarya Akıntısı ve güneyinde de Kuzey Ekvator Akıntısı bulunur. Sargasso Denizi, bu akıntılar içinde yavaşça dönen ılık bir girdap gibidir.
Yılanbalıklarının doğum yeri burasıdır. Yetişkin yılanbalıkları baharda üremek için buraya gelirler ve yumurtlarlar. Burada fazlasıyla minik kafaları ve pek az gelişmiş gözleri olan küçük larvamsı yaratıklar olarak dünyaya gelirler. Gövdeleri tıpkı bir söğüt yaprağı gibi yassı ve şeffaf, boylarıysa sadece birkaç milimetredir. Yılanbalığının yaşam döngüsünün ilk aşaması budur. Bu incecik söğüt dalları doğar doğmaz, hiç vakit kaybetmeden yola koyulurlar. Akıntılar onları Atlas Okyanusu'nda binlerce kilometre sürükleyerek Avrupa kıyılarına getirir. Üç yıl kadar sürebilen bu yolculukta her larva, yavaş yavaş büyür ve nihayet Avrupa'ya vardığında ilk başkalaşımını geçirerek cam yılanbalığına dönüşür. Bu yılanbalığının yaşam döngüsünün ikinci aşamasıdır. Boyları altı-yedi santimetredir; uzun, ince ve kaygandırlar. İnce cam çubuklara benzerler. Cam yılanbalığı Avrupa kıyılarına vardığında bir ırmağa ya da dereye girer ve hızlıca tatlı suya uyum sağlayarak yolculuğuna devam eder. Bu esnada bir başkalaşım daha geçirerek sarı yılanbalığına dönüşürler. Gövdesi kaslı ve yılansı bir hal alır. Çenesi genişler ve kuvvetlenir. Cam yılanbalığı ne kadar narin ve kırılgansa sarı yılanbalığı da o kadar güçlü ve dayanıklıdır. Bu yılanbalığının yaşam döngüsünün üçüncü aşamasıdır. Sığ sularda, güçlü akıntılarda, çamurlu göllerde, durgun derelerde, azgın nehirlerde yüzebilirler. Gerektiğinde bataklıkları bile aşabilirler. Bıkmadan usanmadan binlerce kilometre seyahat edebilirler ve derken birdenbire yuvasını bulduğuna karar verip dururlar. Yılanbalıkları yuvasını bulduktan sonra yıllarca orada kalırlar. Eğer dış etkenlerden dolayı yuvasından edilirse ilk firsatta yine geri dönerler. Aynı yerde elli yıl kadar yaşayabilirler. Hayatının son noktasında ansızın üremeye karar verirler. Bu aşamada dünyaya geldiği denize dönmek üzere yollara düşer ve ömrünün son başkalaşımını da geçirmeye başlarlar. Soluk sarımsı kahverenginin yerini daha çarpıcı renkler ve desenler almaya başlar. Sırtı koyulaşıp siyaha dönerken, yanları gümüşi bir renge bürünür. Böylelikle sarı yılanbalığı gümüş yılanbalığına dönüşür. Bu yılanbalığının yaşam döngüsünün dördüncü aşamasıdır. Atlas Okyanusu'na açılır ve Sargasso Denizi'ne doğru yola koyulurlar. Yol boyunca vücutları birçok değişimden geçer. O zamana kadar gelişmemiş üreme organları ortaya çıkar, yüzgeçleri büyüyüp sertleşir, gözleri irileşerek okyanusun derinliklerini daha iyi görmelerini sağlayacak mavi renge bürünür, sindirim sistemleri körelir ve mideleri çözünerek yok olur. Artık ihtiyaç duydukları enerjinin tamamını o zamana kadar depoladığı yağdan alırlar. Gövdeleri sperm ve yumurtayla doludur. Bu noktadan sonra hiçbir dış etken yılanbalığını yolundan alıkoyamaz. Gideceği yere varması 6 ay sürebilir. Nihayet Sargasso Denizi'ne dönen yılanbalıkları, yuvalarını tekrar bulmuş olur ve yeni yumurtaların döllenmesi süreci başlar. Böylelikle bu yılanbalıklarının hikayesi biter ve yenilerinin başlar.
Aristoteles'ten Freud'a kadar birçok bilim insanı yılanbalıkları üzerine çalışmalar yapmış ve bilmecesini çözmeye çalışmıştır. "Yılanbalıkları nasıl ürer, erkeği dişisi var mıdır?" gibi sorular uzun yıllar cevap bulamamıştır. Aristoteles yılanbalıklarının birdenbire ortaya çıktıklarını ve çamurdan doğdukları söyler. Historia Animalium (Hayvanların Tarihi) kitabında, çok geniş bir yelpazede hayvanları gözlemlemiş olan Aristo, yılanbalıklarının gizemini çözememiştir. Kesinlikle yumurta taşımadıklarını, kesip içine baktığınızda bırakın yumurtayı, yumurta veya sperm üretemeye yarayacak herhangi bir organ bulunamayacağını söyler. Aristoteles yılanbalığını son derece sistematik ve titiz bir şekilde incelemiş olmasına rağmen, saçmalık derecesinde bilim dışı sonuçlara ulaşmıştır.
Sigmund Freud'da 1876 yılında, Aristoteles'in ortaya attığı ve nicelerinin göğüslemeye çalışıp yenik düştüğü yılanbalığı sorusunu hedefine alır. Çalışması sırasında Freud, her sabah limana giderek denizden dönen balıkçıları karşılar ve o gün ağlara takilan sepetler dolusu yılanbalığını gözden geçirir. Sonra dosdoğru laboratuvarına dönüp çalışmaya başlar. Yılanbalıklarını kesip biçmeye, mikroskop altında incelemeye, notlar almaya ve bu gizem perdesini aralamaya çalışır. Fakat bir türlü yılanbalığının testislerini bulamaz. Sonunda pes eden Freud, bu araştırma sonucunda bazı gerçeklerin ne kadar derinlere gizlendiğine dair bir kavrayış edinmiş olsa gerek. Böylelikle yılanbalığı modern psikanalizi de etkilemiştir diyebiliriz.
Danimarka'lı bir deniz biyoloğu olan C. G. Petersen, 1890'lerde, yılanbalığının geçirdiği son başkalaşımı gözlemlemeyi başarmış ve yılanbalıklarının denizde ürüyor oluşu fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir üzerine çalışmaya başlayan Johannes Schmidt 1904 yılında, Faroe Adaları'nın batısındaki sularda tamamen şans eseri bir yılanbalığı larvası yakalar. Eğer bu gizemi çözmek istiyorsa, kaynağına varana kadar larvaları takip etmesi gerektiğini düşünür. Fakat uçsuz bucaksız okyanusta, yumurtadan yeni çıkmış bir larva arayarak iz sürmesi gerekecektir. Bu da samanlıkta iğne aramak gibi bir şeydi. 1904 ve 1911 yılları arasında Avrupa sahillerini sabırla, karış karış tarar. Yedi yılı aşkın geçen arayışta hala başladığı yerdedir. Bulduğu tüm larvalar ilk bulduğu ile aynı boydadır. Buradan anladığı üzere, Avrupa kıyılarındaki tüm yılanbalıkları nispeten iridirler ve yumurtadan yeni çıkmadıkları aşikardır. Bu sebeple arayışını açık denizlerde sürdürme kararı alır. Danimarka'lı denizcilik şirketlerinden yardım ister. Bu gemilere yılanbalığı yakalamalarını sağlayacak trol ağları verir ve mürettebata bu işi nasıl yapacaklarını anlatır. Böylelikle 1911 ve 1914 yılları arasında tam 23 büyük kargo gemisi okyanusta minik, şeffaf yılanbalığı larvası arama işine katılır. Elbette mürettebat bilimsel eğitimden yoksundur. Onlara sadece gemilerinin peşi sıra ağları çekmeleri, ağların sudan çıkan yerleri haritada işaretlemeleri ve yakaladıklarını da Danimarka'daki laboratuvara yollamaları söylenmiştir. Bu büyük çaplı arama faaliyeti işe yarar. Johannes Schmidt böylelikle, batıya doğru gittikçe larvaların boylarının giderek küçüldüğünü fark eder. Yaklaşık 20 yıl süren araştırmanın ardından ortaya çıkardığı haritada, yılanbalıklarının üreme sahası olduğundan emin olduğu alanı işaretler. Çizdiği harita, bugün Sargasso Denizi olarak bilinen yeri nerdeyse tamı tamına gösteriyordur. İşte bu sayede yılanbalıklarının nerede ürediğini artık biliyoruz. Fakat Aristo'dan beri devam eden yılanbalığı bilmecesi yine de devam ediyor. "Neden?" sorusu hala bir bilmece. Yılanbalıklarını Sargasso Denizi'ne çeken şey ne?
İnsanlar ile yılanbalıkları arasında garip bir benzerlik vardır. "Nereden gelip, nereye gidiyoruz?" sorusu bizim için de sorulabilir. Belki yılanbalıklarının doğdukları yere dönüşü kadar kararlı ve emin bir şekilde hareket etmiyoruz ama biz de doğduğumuz yere, çocukluğumuza dönmek ya da belli bir amaç doğrultusunda hareket etmek üzere programlıyız. Fakat sadece hayattaki amacını keşfeden insan için bu kararlılıktan bahsetmek mümkündür. Benzer olarak yılanbalıkları gibi birçok evreden de geçeriz ayrıca. İlk dönemimiz aynı yılanbalıkları gibi sürüklenerek gerçekleşir. Bizi iten dalgalar değil; ailemiz, öğretmenlerimiz ve çevremizdir. Bu sürecin sonunda ise, tatlı suya geçiş aşaması gibi bir diğer sürecimiz gerçekleşir. İlk gençlik dönemimizi de buraya örnek olarak verebiliriz. Farklı bir şehirde üniversite hayatı ve gençliğin getirdiği o özgürlük havası ikinci aşamamızdır. Sonrasında yılanbalıklarında olduğu gibi renk değiştirir ve iş hayatına atılırız. Uzun yıllar bu şekilde hayatta kalma mücadelesi veririz. Bu da üçüncü aşamamızdır. Son olarak ise fiziken olmasa da ruhen en olgun dönemimiz gelir. Yılanbalıklarının tüm organlarının yok oluşu ve tek bir hedef için son yolculuğuna çıkışı gibi biz de artık dünyevi sürüklenmeden sıyrılıp yaşama amacımızın bizi yönelttiği doğrultuda hareket etmeye başlarız. Bu da bizim son evremiz ve yolculuğumuzdur. Bu amacı keşfetmek, insanın kendini tamamlama aşamasıdır. Ne yazık ki yılanbalıkları gibi herkes bu süreci gerçekleştiremez. Fakat yapılması gereken budur. Bu dünyadan göçüp gitmeden evvel, kendi yaşam ve bilişsel döngümüzü tamamlayıp, yerimizi gelecek nesillere devretmeliyiz.