Hayatta her şey bir adımla başlar. Bir niyetle, bir kararla, bazen bir cesaretle... Adım atmak, yalnızca fiziksel bir hareket değil; ruhun, aklın ve yüreğin ortaklaşa harekete geçmesidir. Bir kapıyı açmak, bir yolculuğa başlamak, bir değişimi kabul etmek… Tüm bunların başlangıcı, o ilk adımdır.
Ne kadar çok düşünürüz adım atmadan önce… Ya başarısız olursam? Ya eleştirilirsem? Ya yanlış yola saparsam? Bu “ya”lar çoğaldıkça cesaretimiz azalır, içimize kapanırız. Oysa atılmayan adımın bizi nereye götüreceğini asla bilemeyiz. Kaldığımız yer ise, çoğu zaman bizi ne tatmin eder ne de dönüştürür.
Toplum olarak da adım atma konusunda kararsız kalabiliyoruz. Yeni fikirlere, yeni yöntemlere, yeni yüzlere karşı temkinliyiz. Belki de bu, geçmişte yaşadığımız hayal kırıklıklarının mirasıdır. Ama bu temkinlilik, bazen yerinde saymak anlamına geliyor. Oysa ilerlemenin ve gelişmenin ön şartı, risk almaktır.
Kentin sokaklarında, işyerlerinde, evlerinde; her yerde insanlar bir şeyleri değiştirmek istiyor. Ancak çoğu zaman bu değişim arzusu, harekete dönüşemiyor. Çünkü ilk adımı kimin atacağı belli değil. Oysa bir kişi yeter. Bir kişi adım atarsa, ardından bir diğeri gelir. Sonra bir diğeri daha… Bir kıvılcım, koca bir yangına dönüşebilir.
Bugün siz de kendi hayatınızda ertelediğiniz bir adımı düşünün. Belki bir özür, belki bir teşekkür, belki de bir başlangıç… Bekletmeyin. Çünkü her gecikme, sizi biraz daha uzaklaştırır kendinizden.
Unutmayalım: Atılan her adım, bir duruştan fazlasıdır. Umudun, inancın ve yaşamın kendisidir.