Hayat, sürekli bir alışveriştir. Sadece maddi anlamda değil; duygusal, sosyal ve manevi anlamda da insanlar birbirinden bir şeyler alır, bir şeyler verir. Bu doğal döngü, bireylerin hem kendi iç dünyalarında hem de toplumla kurdukları ilişkilerde sağlıklı bir dengeye ulaşmalarını sağlar. Ancak son yıllarda bu dengede belirgin bir kayma gözleniyor: Alan çok, veren az. Üstelik verenin niyetiyle alanın tutumu arasında da büyük bir uyumsuzluk var.

Bir çocuğun annesinden sevgiyi alması ne kadar doğal ise, büyüdüğünde o sevgiyi başkalarına aktarabilmesi de o kadar değerlidir. Fakat sadece almakla yetinen, karşılık vermeyen bir yapı; zamanla içsel bir boşluk yaratır. Çünkü veren el olmadan sadece alan el olmak, insanı doyurmaktan çok tüketir.

Toplumsal ilişkilerde de durum farklı değildir. Komşuluk ilişkilerinden tutun da iş hayatına kadar, alma-verme dengesi bozulduğunda güven kaybolur. Birisi sürekli özveride bulunurken diğeri yalnızca kendi çıkarını gözetirse, ilişki yıpranır. Uzun vadede sürdürülemez hale gelir.

Bu denge sadece insanlar arasında değil, doğa ile kurduğumuz ilişkide de hayati önemdedir. Toprağı sürekli kullanıp ona hiçbir şey geri vermezsek; suyu hoyratça tüketip bir damlasını bile korumazsak, doğa da bir gün bize verecek bir şey bulamaz. Kuraklıklar, felaketler, tükenen kaynaklar hep bu dengesizliğin sonucu değil mi?

Peki ne yapmalı? Her birey, aldığı kadar vermeyi de öğrenmeli. Sevgi alıyorsak sevgi vermeliyiz. Yardım gördüysek, biz de bir başkasına el uzatmalıyız. Dinleniyorsak, dinlemeliyiz. Empati görmek istiyorsak, empati kurmalıyız. Bu, bireyin ruhsal sağlığını da güçlendirir, toplumsal dayanışmayı da besler.

Alma-verme dengesi, hayatın ritmini belirleyen görünmez bir terazidir. O terazi şaştığında, huzur da, adalet de, mutluluk da sekteye uğrar. Gelin, bu dengeyi birlikte yeniden kuralım.