Günümüz dünyasında hep bir yerlere yetişme telaşı içerisindeyiz. Sabah kalkar kalkmaz telefonlarımıza sarılıp mesajlara, bildirimlere boğuluyoruz. Kahvaltıyı aceleyle geçiştirip işimize, okulumuza, gündelik koşuşturmalara dalıyoruz. Oysa çoğu zaman fark etmiyoruz: hayat, tam da o acele ettiğimiz, göz ardı ettiğimiz anlarda geçip gidiyor.
Anın tadını çıkarmak, kulağa romantik ya da soyut bir kavram gibi gelebilir. Ama aslında çok basit bir yaşam felsefesi. Bir fincan kahvenin buharında huzur bulmak, yürürken yüzüne vuran rüzgârı fark etmek, bir çocuğun gülüşünü duymak, güneşin batışını izlemek… Bunlar, her gün karşımıza çıkan ama fark etmeden geçtiğimiz küçük mucizelerdir.
Zihnimiz çoğu zaman ya geçmişin pişmanlıklarında ya da geleceğin belirsizliğinde kaybolur. Oysa ne geçmiş değiştirilebilir, ne de gelecek tamamen kontrol altına alınabilir. Sahip olduğumuz tek zaman, şimdidir. An'dır.
Elbette planlar yapmalı, geleceğimizi düşünmeliyiz. Ancak bu, bugünü yaşarken körleşmek anlamına gelmemeli. Çünkü gün gelir, bugünün sıradan sandığımız detayları, birer anı olarak en kıymetli hazinemiz olur.
Kimi zaman sadece durup derin bir nefes almak bile yeterlidir. Gözlerimizi kapatıp etrafımızdaki sesleri dinlemek, kalbimizin atışını hissetmek… Yaşamın, aslında hızdan çok farkındalıkla güzelleştiğini hatırlamak gerekir.
Anı yaşamak, hayatı kaçırmamak demektir. Çünkü hayat, büyük olaylardan çok küçük anların toplamıdır.