Değişen zamanlar.
Değişen durumlar.
Değişen tutumlar…
Her şey değişiyor. İstediğimiz biçimde ya da hiç istemediğimiz ve hatta düşünmek bile istemediğimiz biçimde.
Ne olursa olsun yaşanan tek şey var ve vazgeçilmezdir ki o da DEĞİŞMEKTİR.
Yakın zamanımızdan başlayacak olursak eğer;
Akla ve asla gelmeyecek olan Devlet Bahçeli, yine asla akla gelmeyecek ve olabilirliği düşünülemeyecek olan bir çağrı yaptı; Terör örgütü lideri öncülük yapsın ve terör örgütü kendini feshetsin, silahları teslim etsin.
Bu çağrı ile şaşkınlık olabildiğince artmışken, Cumhurbaşkanı tarafından da destek geldi. Görüşmeler, İmralı ziyaretleri, görüş alışverişleri çağrıyı yaşama getirme aşamasına geldi.
Özü; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti ile bütünleşme olan çağrı sonrası PKK 12. Kongresini topladı ve aldığı kararları açıkladı.
Ama heyhat! O da ne? Öcalan’ın çağrısı, isteği ve yönlendirmesi ile alakasız bir sözüm ona açıklama geldi.
Örgüt feshedilecek ama, daha güçlü biçimde buluşacak.
Silahlar teslim edilecek ama daha kuvvetli olarak mücadele sürdürülecek.
Türk milleti ile bütünleşme yerine “Etnik” yapılanma güçlendirilecek.
Tapu senedimiz Lozan Antlaşması eleştirilerek bağımsız devlet kurma isteği sürdürülecek.
“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” mu dediniz? İşte biz de tam da bunu anlatmak istiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ancak “Devlet” sıfatlı yapılarla eşit koşullarda masaya oturur ve eşit koşullarda anlaşma sağlamaya çalışır.
Şimdi istenen ve yapılması öngörülen ise ulusal devlet yapılanması, milletleşme sürecini tamamlama, değişen güncel koşullara uygun ve halkın çıkarları doğrultusunda Altı Ok uygulaması yoluna girilmesidir, girmektir.
Siyasi parti liderleri, Demokratik Kitle örgütü yöneticileri, sendikalar, odalar, birlikler, vakıflar, değişen dünya ve ülke koşullarına uygun tutum almak zorundadırlar.
Elli yıllık terörün yıkımlarından kurtulmak istiyorsak, “Değişim,” gerçekliğini görmeli, kabul etmeli ve samimiyetimizi tavırlarımızla göstermeliyiz.
Sürekli biçimde geçmişi kaşımaya, değişim gerçekliğini örtbas etmeye hiç kimsenin hakkı da yoktur, haddi de değildir.
Açıkçası;
Koşullar, ulus devlet çatısı altında etnik hiçbir ayırıma yer vermeksizin, bir ve beraber olma zorunluluğunu dayatmaktadır.
Doğru olan da budur.
“Dün şöyle söylemiştin,”- “İki gün önce yaptıklarını unuttun mu?” vb. söylemlerle adeta, “Ben durduğum yerdeyim. Kıpırdamıyorum. Değişmiyorum. Nuh diyor peygamber demiyorum,” çığırtkanlıkları çözüm getirmediği gibi, bölmeye de hizmet etmektedir.
İzleri karıştırmayalım. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilelim.