Hayatta başarıya giden yol çoğu zaman şansın değil, emeğin izinden geçer. Kimi zaman sabahın ilk ışıklarıyla başlayan, kimi zaman gecenin sessizliğinde süren bir mücadeledir bu. Adı bazen çaba olur, bazen gayret, ama her defasında içinde alın teri barındırır.

Toplum olarak her şeyin hızla değiştiği, başarı kıstaslarının yüzeysel değerlere indirgenmeye çalışıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Sosyal medyada parlayan kısa süreli başarı hikâyeleri, çoğu zaman emekle yoğrulan uzun süreçlerin üzerini örtüyor. Ancak unutmamalıyız ki, kalıcı olan daima derin emekle yoğrulandır.

Çocukluktan itibaren bize öğretilen değerlerin başında çalışkanlık gelir. Aile büyüklerinden duyduğumuz, "emek olmadan yemek olmaz" sözü kulağımızda çınlar durur. Bu söz sadece bireysel başarıyı değil, toplumsal kalkınmayı da anlatır aslında. Çünkü toplumların gelişmesi de bireylerin gösterdiği kolektif gayretle mümkündür.

Emek, yalnızca fiziksel çaba değildir. Bir öğrencinin ders başında geçirdiği saatler, bir gazetecinin haberin izini sürerken harcadığı zaman, bir sanatçının eserini ortaya koyarken gösterdiği titizlik... Bunların hepsi birer emek örneğidir. Her biri, görünmeyen ama hissedilen bir değerin parçasıdır.

Bugün toplum olarak en çok ihtiyacımız olan şey, kısa yoldan zenginleşme hayalleri değil; uzun vadede gelişme ve ilerleme arzusudur. Bunun içinse her bireyin kendi alanında azimle çalışması, üretmesi ve topluma katkı sunması gerekir. Çaba göstermeden elde edilen başarılar ya kalıcı olmaz ya da başkalarının hakkına dokunur.

Unutulmamalı ki; gayret gösterilen her iş, bir iz bırakır. Bu iz, bazen bir kitapta, bazen bir binada, bazen de bir çocuğun gözlerindeki ışıltıda kendini gösterir. Emeğin değersizleştiği toplumlarda adalet de, gelişim de yara alır.

Son söz olarak şunu söylemek gerekir: Her bireyin sorumluluğu, çabasını sadece kendisi için değil, çevresi ve geleceği için de ortaya koymasıdır. Çünkü toplumları ayakta tutan temel direk, ortak emek ve paylaşılan gayrettir.