Çoğumuz her sabah gözlerimizi açtığımız anda görünmez bir koşuya başlıyoruz. Gün boyunca yetişmemiz gereken işler, yanıtlamamız gereken mesajlar, takip etmemiz gereken haberler, düşünmemiz gereken onlarca “acil” şey… beynimiz, durmadan çalışan bir makineye dönüşüyor. Peki, bu koşuşturmanın ortasında kendi iç sesimizi ne kadar duyabiliyoruz?
Danışanlarımın cümlelerinde çoğunlukla bir ortaklık fark ediyorum. “Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.”, “Ne istediğimi hissedemiyorum.” ya da “Kafamın içinde devamlı konuşan birileri var gibi…” Bu cümleler çoğu zaman bir kafa karışıklığı gibi görünse de, aslında çok daha derin bir boşluğa işaret ediyor: İç sesinden uzaklaşmış bir benliğe.

Zihinsel gürültü, çağımızın en görünmeyen ama en yaygın yorgunluk sebeplerinden biri. Her an bir şeyleri analiz ediyor, karşılaştırıyor, hesaplıyor, planlıyor, değerlendiriyoruz. Bu devamlı tetikte olma hali, zihinsel enerjimizi tüketiyor. O kadar çok sesin arasında kalıyoruz ki, içten gelen o dingin sesi—yani iç sesimizi—duyamaz hale geliyoruz. Çünkü o ses, bağırmaz. Sabırla bekler, biz onu fark edene kadar.

Zihnimizde kim konuşuyor?

Zihinsel gürültünün bir kısmı bize ait değildir aslında. Ailemizden öğrendiğimiz doğrular, toplumun beklentileri, sosyal medyada gördüğümüz yaşamlara duyduğumuz özen ya da kıyas… Bunların hepsi, zamanla bizim iç diyaloğumuzu şekillendirir. Zihnimizin içinde konuşan her ses, bizim öz sesimiz değildir.

Danışanlarımdan biri bir gün şöyle dedi: “Bazen o kadar çok kişi konuşuyor gibi oluyor ki, hangisinin ben olduğuna karar veremiyorum.” Bu söz çok şeyi anlatıyordu. İçimizde ebeveynimizin sesi olabilir, öğretmenimizin bir yargısı olabilir, toplumsal rollerin bizden beklentileri olabilir. Fakat tüm bu seslerin içinde bize ait olan nerede?
Bu yüzden terapi, çoğu zaman susturmak değil, ayrıştırmak sürecidir. “Bu düşünce bana mı ait, yoksa başkasından mı öğrendim?” sorusunu sormak, zihinsel gürültünün içinden geçmenin ilk adımıdır.

Kendi sesini duymak cesaret ister

Kendi iç sesimizi duyabilmek için sessizliğe gereksinim duyarız. Ama sessizlik, her zaman huzur getirmez. Aksine, sessiz kaldığımızda önce bastırılmış duygular ortaya çıkar. Unuttuğumuzu sandığımız bir korku, geçmemiş bir kırgınlık ya da yarım kalmış bir hayal yeniden beliriverir.
Bu yüzden bazı kişiler yalnız kalmaktan korkar, bazıları sessizlikte huzursuz olur. Çünkü zihin sustuğunda, ruh konuşmaya başlar. Ve ruh, çoğu zaman bizim görmezden geldiklerimizi söyler. Kendi sesini duymak, kendinle yüzleşmeye cesaret etmektir. Bu, kolay değildir. Fakat çok kıymetlidir.

Zihinsel detoks mümkün mü?

Bazen yaşamın gürültüsünü kısmak, kendi iç sesimizi duymayı kolaylaştırabilir. Küçük ama etkili bazı adımlar öneririm danışanlarıma:

* Günlük tutmak: Düşüncelerimizi kâğıda dökmek, zihinsel karmaşayı dışsallaştırır. Ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi daha net görmeye başlarız.

* Dijital detoks: Sosyal medyadan kısa süreli uzaklaşmak, dış seslere olan maruziyeti azaltır.

* Doğa ile temas: Yürüyüş, toprakla uğraşmak, su sesi… Doğa, zihinsel ritmimizi yavaşlatan en güçlü öğelerden biridir.

* Farkındalık (mindfulness) egzersizleri: Anda kalmak, dikkatimizi bilinçli olarak yönlendirmek, zihinsel kalabalığı dağıtmakta etkilidir.

Fakat hepsinden önemlisi şudur: Kendine kulak vermek bir seçimdir. Her gün bir anlığına bile olsa, dış dünyanın sesini kısmayı seçebiliriz. O küçük anlarda bile iç sesimiz, bizimle konuşmak için hazırdır.

Son söz…

Zihinsel gürültünün içinde kaybolmuş gibi hissediyorsanız, yalnız değilsiniz. Hepimiz zaman zaman öz benliğimizle bağımızı yitiriyoruz. Fakat iyi haber şu ki: O bağ kopmaz, yalnızca sesi kısılır. Ve her kişinin içinde, en doğru yolu gösterecek bir iç ses vardır. Onu yeniden duymak için bazen sadece biraz yavaşlamak, biraz susmak, biraz kalmak yeterlidir.
Kendinizi uzun zamandır duyamıyorsanız, belki de ha sesini biraz kısmanın zamanı gelmiştir. Çünkü asıl cevaplar, sessizlikte yankılanır.