Eskiden 200 TL’yi elimize aldığımızda bir nebze güven hissederdik. Pazar çantasını doldurmasa da marketten iki poşetle çıkartırdı insanı. Şimdi? Bir ekmek, bir süt, belki bir de yumurta… Hepsi bu. Türkiye’nin en büyük banknotu artık cüzdanda yer kaplıyor ama hayatta yer edinemiyor.
Ekonomik krizden, enflasyondan, dolar kurundan bahsetmeye alıştık ama bu soyut kavramlar artık evin mutfağında ete kemiğe bürünüyor. İnsanlar bir banknota baktığında artık değer değil, yokluk görüyor. 200 TL, piyasada bozuk para muamelesi görüyorsa burada sadece ekonomik değil, siyasi ve sosyal bir güven sorunu da var demektir.
Her şey zamlanıyor, fiyatlar uçuyor ama maaşlar, gelirler bu yarışta çoktan havlu attı. Hal böyle olunca vatandaşın isyanı da sessizliğe dönüşüyor. Çünkü ne sesini duyacak bir mekanizma kaldı ne de ona kulak verecek bir irade…
Peki çözüm ne? Daha büyük banknotlar basmak mı? Elbette hayır. Bu sorunun çözümü, halkın cebine değil, ülkenin ekonomik zihniyetine müdahale etmekle başlar. Öncelikle Merkez Bankası bağımsız olmalı, faiz kararları seçim telaşına değil, piyasa gerçeklerine göre verilmeli. Üretim desteklenmeli, ithal mallara bağımlılıktan vazgeçilmeli. Bugün bir yerli üretici, maliyetini karşılayamadığı için kapısına kilit vururken; biz hâlâ ithal ürünle fiyat dengeleme derdindeyiz.
Bir diğer mesele de vergi adaleti… Çalışan kesimden her ay kuruşu kuruşuna kesinti yapılırken, bazı kesimler vergi vermeden servetine servet katıyor. Bu adaletsizliği görmeden ekonomiye güveni yeniden inşa edemeyiz. Emekliyi, asgari ücretliyi gerçek enflasyona göre koruyamazsak bu döngü daha da sertleşecek.
Sonuç mu? 200 TL’nin değerini artırmak için yeni banknotlar değil, yeni bir ekonomik anlayış gerekiyor. Belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, cebimizdeki paradan önce vicdanımızdaki değerleri hatırlamak.
Saygı ve Sevgi ile …