Son yıllarda eğitim dünyasının en tartışmalı meselelerinden biri, öğrencilerin cep telefonu kullanımıdır. Dijital çağın getirdiği kolaylıklar inkâr edilemez; ancak aynı çağın gölgesinde, öğrencilerin dikkati dağılmış, sosyal ilişkileri zayıflamış, sınıflar adeta ruhunu kaybetmiştir. İşte bu nedenle birçok Avrupa ülkesi radikal adımlar atmaktadır. Okullarda telefon kullanımını yasaklanmakta ya da ciddi şekilde kısıtlanmaktadır.
Fransa attığı adımlarla bu konuda öncü olmuştur. 2018 yılından itibaren 15 yaşına kadar öğrencilerin okula telefon getirmesini yasaklamıştır. Yapılan değerlendirmelerde, sınıf içi disiplin sorunlarının azaldığı, öğrencilerin derse ilgisinin arttığı ve en önemlisi akademik başarının yükseldiği gözlemlenmiştir. İngiltere'de yapılan bir araştırma ise telefon yasağı uygulanan okullarda sınav notlarının ortalama %6’dan fazla arttığını ortaya koymuştur. Özellikle dezavantajlı bölgelerdeki öğrencilerde bu fark çok daha çarpıcı olmuştur.
Bu yıl Milli Eğitim Bakanlığı da benzer bir karar alarak, okullarda cep telefonu kullanımına sınırlama getirmiştir. Bu karar, eğitim sistemimizde uzun süredir hissedilen dikkat dağınıklığını, derslere odaklanma sorununu ve sosyal kopuklukları azaltma yolunda önemli bir adımdır. Ancak burada kritik bir nokta vardır: yasak ilan etmekle iş bitmemektedir. Asıl mesele, bu yasağı kararlılıkla ve istikrarlı bir biçimde uygulayabilmektedir.
Türkiye’nin en büyük handikaplarından biri, çoğu zaman güzel kararlar alıp onları sahada hayata geçirememesidir. Eğer bu karar yalnızca kağıt üzerinde kalırsa, öğrenciler ders arasında yine telefon ekranına gömülecek, öğretmenler yine “yasak var ama kim uygulayacak?” sorusuyla baş başa kalacaktır.
Oysa telefon kısıtlaması yalnızca akademik başarıya değil, öğrencilerin sosyal hayatına, ruh sağlığına ve iletişim becerilerine de katkı sunacak bir uygulamadır. Çocuklar, teneffüste ekran başında vakit geçirmek yerine arkadaşlarıyla oyunlar oynayacak; sınıfta dikkati bildirimle bölünmek yerine öğretmenin anlattığı konuya odaklanacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın attığı bu adım önemli bir başlangıçtır. Ancak denetim, okul yönetimlerinin kararlılığı ve velilerin desteği olmadan bu kararın başarıya ulaşması mümkün değildir. Eğitim, sadece müfredatla değil; aynı zamanda disiplin, değerler ve öğrencinin dikkatini yönlendirmekle şekillenir.
Avrupa’dan uygulama örnekleri ortadadır. Başarının sırrı yalnızca yasak koymakta değil, o yasağı kararlılıkla hayata geçirmek ve arkasında durmaktan geçmektedir. Türkiye de eğer geleceğini ekranlara teslim etmek istemiyorsa, bu konuda göstermelik değil, kararlı ve sonuç odaklı bir politika yürütmek zorundadır.