Her sabah, güne uyanırken gözlerimizi açar açmaz ilk düşündüğümüz şey ne olur? Bir fincan kahve mi, yetişilecek işler mi, yoksa hâlâ içimizde taşıdığımız bir hayal mi? İlham bazen tam burada başlar: Gözümüzü ilk açtığımız anda, yüreğimizde kıpırdayan o küçük dürtüde.
İlham, büyük dağların tepesinde, dünyayı değiştiren fikirlerde, ya da kitaplara konu olacak hayat hikâyelerinde aranır çoğu zaman. Oysa o, en çok sıradanlığın içinde saklanır. Bir çocuğun gülümsemesinde, sabah pazarına doğru yürüyen yaşlı bir teyzenin telaşında, denize düşen bir gün ışığında kendini gösterir. Görmek isteyen gözlere, duymak isteyen yüreklere fısıldar.
Mersin’in sabahında, limanın tuzlu kokusunu içine çekerken yürüyen bir balıkçı da ilham olabilir, bir çöp kutusunun yanına düşen bir kitap da. Çünkü ilham, sadece büyük adımlar atmak için değil; bazen durmak, düşünmek, yenilenmek için gelir. Kendimizi hatırlamak için.
Peki biz, bu yoğun gündemin, hızlı akan haberlerin ve bitmeyen işlerin arasında ilhamı fark ediyor muyuz? Yoksa hep uzaklarda, başkalarının başardığı hikâyelerde mi arıyoruz?
Belki de bugün, kendimize şu soruyu sormanın vakti gelmiştir: "Benim ilham kaynağım ne?" Belki bir şarkı, belki bir söz, belki geçmişte yaşadığımız bir an… Ya da daha güzeli: Henüz karşılaşmadığımız, ama bir gün mutlaka çıkacak olan yeni bir esin kıvılcımı.
İlhamı bulmak için uzaklara gitmeye gerek yok. O zaten burada. Şehrin sokaklarında, insanların bakışlarında, doğanın sessizliğinde…
Yeter ki gözümüzü, kalbimizi ve zihnimizi açık tutalım. Çünkü her yeni gün, yeni bir ilhamla başlar.