Günümüz toplumunda "var olmak" giderek daha çok "görünmekle" eş anlamlı hale geldi. Sosyal medya profillerinde, vitrinlerde, toplantı odalarında ya da kalabalık sokaklarda... Görünmüyorsak, sanki hiç var olmamışız gibi hissediyoruz. Oysa varoluş, sadece fiziksel bir mevcudiyetten ibaret değil; ruhen, zihnen ve duygusal olarak da "görülmek" istiyoruz.

İnsan sosyal bir varlık. Anlaşılmaya, onaylanmaya ve takdir edilmeye olan ihtiyacımız doğuştan gelir. Ancak bu ihtiyaç, zamanla dış görünüş, başarı ve popülerlik gibi yüzeysel ölçütlerle karışmaya başladı. Derin bir dostun bakışıyla anlaşılmak yerine, bir Instagram gönderisinin beğeni sayısıyla tatmin olmaya çalışıyoruz.

Bu yazıyı yazarken kendime de şu soruyu sordum: Gerçekten görülmek ne demek? Birinin seni sadece gözleriyle değil, kalbiyle, empatisiyle fark etmesi... İşte gerçek görünürlük bu. Bir çocuğun sessizce çizdiği resmi anlayan bir öğretmen, yolda sessizce ağlayan birini fark eden bir yabancı ya da kalabalıklar içinde yalnız kalan bir dostun sesine kulak veren bir arkadaş... Bunlar, gerçek varoluşun anlarıdır.

Peki ya görünmediğimizde? O zaman yok mu sayılıyoruz? Hayır. Görülmemek, değersiz olmak anlamına gelmemeli. Çünkü her insan, fark edilse de edilmese de değerlidir. Ama bu değeri hatırlatmak, başkalarına göstermek çoğu zaman bizim elimizdedir. Empati, nezaket ve dikkatle başkalarının varlığını onaylamak, belki de modern dünyada verebileceğimiz en kıymetli hediyedir.

Bugün birini gerçekten "görmeyi" deneyin. Göz teması kurun. Dinleyin. Kalbini duyun. Çünkü herkes görünmek ister; ama en çok da, gerçekten "var" olmak ister.