Modern hayatın merkezinde, çoğu zaman sessiz ama çok güçlü bir mesaj vardır: “Olduğun yer, olduğun hal yeterli değil.” Bu mesajı; kitaplarda, sosyal medyada, eğitim platformlarında, iş dünyasında, hatta bazen arkadaş sohbetlerinde bile tekrar tekrar duyarız. Her gün “daha iyi bir versiyonuna” ulaşman gerektiği söylenir. Daha üretken ol, daha fit ol, daha sakin ol, daha çok oku, daha çok fark et… “Daha”sı hiç bitmez. Ve biz, bu bitmeyen gelişim çağrısı karşısında önce motive oluruz — ardından tükeniriz.
Ben bu yazıda, psikolojik sağlamlıkla öz-şefkat arasındaki boşlukta büyüyen bir yorgunluğa dikkat çekmek istiyorum: Kendini geliştirme yorgunluğu. Başta umut veren, ilerleme vadeden bu yolculuğun sebep olan bazen insanı yıprattığını; hatta benlik saygısını aşındıran bir baskıya dönüştüğünü anlamaya çalışacağım.
Gelişim Niyetinin Altındaki Motivasyon Ne?
Kişisel gelişim, ilk bakışta oldukça olumlu bir kavramdır. Değişmek istemek, kendini tanımak, potansiyelini gerçekleştirmek… Tüm bunlar, insanın hayat doyumunu artırabilir, psikolojik esnekliğini güçlendirebilir. Fakat gelişim sürecinin sağlıklı olması, bu sürecin hangi duyguyla başladığına bağlıdır.
Kendini geliştirmek isteyen birey, bu isteği şu iki ana motivasyonla taşıyabilir:
1. Ben olduğum haliyle değerliyim ve kendime daha iyi bakmak istiyorum.
2. Olduğum haliyle yetersizim ve böyle kalırsam sevilmem/başarısız olurum.
İlk cümle; öz-şefkat ve psikolojik büyüme temelli bir gelişimdir. İkinci cümle ise eleştirel iç sesin yönlendirdiği, genellikle kaygı temelli, dış onaya dayalı bir gelişimdir. Ne yazık ki, bireysel gelişim endüstrisi sıklıkla ikinci motivasyonu besler.
Bu da insanda , gelişmedikçe “eksik”, değişmedikçe “kusurlu” hissetmesine sebep olabilir. Gelişim süreci böylece bir öğrenme ve dönüşüm fırsatından çıkıp, bitmek bilmeyen bir "olma mecburiyeti" haline gelir. Bu da psikolojik tükenmenin kapısını aralar.
Gelişim Tükenmişliği ve Sahte Başarının Yorgunluğu
Psikolojik literatürde “tükenmişlik” çoğunlukla işle ilişkilendirilir. Fakat bu kavramı, insanın kendi üzerinde kurduğu baskı için de kullanabiliriz. Bireysel gelişim tükenmişliği, insanın devamlı kendinden daha fazlasını beklemesi, hep bir “güncelleme” halinde yaşaması sonucu oluşur.
Bu durumun bazı belirtileri şunlardır:
* Kendini sürekli eksik hissetmek
* İyi hissettiğinde bile suçluluk duymak (“Bu kadarla yetinmemeliyim” düşüncesi)
* Dinlenememek, duramamak
* Başarıdan geçici haz almak ama hemen ardından yeni bir hedefe yönelmek
* Sosyal medyada ya da çevredeki diğer kişilerle kronik kıyaslama yapmak
Aslında kişi burada gelişmekten çok kaçmaktadır — kaygıyla, değersizlik hissiyle, belki geçmişten gelen çözülmemiş yaralarla yüzleşmekten. Bu noktada gelişim bir yüzleşme değil, bir kaçış olur. Bunu, psikolojide “faydalı görünen kaçınma davranışları” olarak da tanımlarız.
Kişisel Değil, Sistemsel Bir Baskı
Kendini geliştirme yorgunluğunun altında yalnızca kişisel faktörler değil, sistemsel etkenler de vardır. Neoliberal hayat tarzı, kişiyi devamlı “kendini optimize eden bir proje” olarak konumlandırır. Başarılıysan değerlisin. Üretkensen önemlisin. Tüketiyorsan varsın.
Bu bağlamda kişisel gelişim de, tıpkı bir yatırım ya da ürün gibi metalaşır. Bu ise kişinin öz değerini, içsel kaynaklarından çok dışsal ölçütlere bağlamasına neden olur: Daha çok kurs, daha çok network, daha çok okuma, daha çok içerik…
Ama hiçbir “daha çok”, öz değeri tamir etmeye yetmez. Çünkü öz-değer, olma halinden beslenir, yapma halinden değil.
Psikolojik Sağlamlık: Durgunlukta Kalabilme Yetisi
Gelişim, bazen hareket değil duruş gerektirir. Psikolojik dayanıklılık; yalnızca krizleri aşma becerisi değil, zaman zaman durabilme, belirsizlikte kalabilme, kendine acımasızca yüklenmeden yaşayabilme becerisidir.
Danışanlarımla yaptığım çalışmalarda, en çok karşılaştığım içsel kalıplardan biri şudur:
“Olduğum halimle yeterli değilim. Değişmeliyim ki değerli olayım.”
Bu inanç, kişiyi devamlı tetikte tutar. Hep bir şey eksiktir, hep daha fazlası mümkündür. Oysa psikoterapötik süreçte kişinin kendini değiştirmesi değil, önce olduğu haline tahammül edebilmesi hedeflenir. Çünkü kabul gelmeden dönüşüm mümkün olmaz.
Kendini geliştirmek isteyen kişi, önce şunu sormalıdır:
“Kendi üzerimde kurduğum bu baskı bana mı ait, yoksa bana öğretilmiş bir 'ideal ben' mi dayatılıyor?”
Gelişim mi, Kabullenme mi? Belki Her İkisi.
Sağlıklı gelişim; insanın kendini kabullenmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Yani insan değişmeyi hak ettiği için ister, zorunda olduğu için değil. Bu ayrım çok kritik.
Şefkat temelli psikolojik gelişim:
* Kendine dürüst olmayı teşvik eder, eleştirel olmayı değil.
* Küçük adımlarla ilerlemeye alan tanır.
* Tembellik değil, dinlenme hakkını tanır.
* Sürekli ilerlemeyi değil, anlamlı ilerlemeyi önemser.
* İçsel değişimi, dışsal başarıdan daha kıymetli bulur.
Son Söz Yerine: İyileşmenin Sessiz Tarafı
Kişisel gelişim, büyüleyici olduğu kadar yorucudur. Özellikle de yetersizlik hissinin üzerine inşa edildiyse. Bu yüzden gelişimden önce durmak, dinlemek ve içsel kaynaklarımızla temasa geçmek gerekir.
Ve belki de en önemli soru şudur:
“Kendimi geliştirmesem de, şu anki halimle yaşama hakkım var mı?”
Bu soruya içtenlikle “evet” diyebildiğimizde, gelişim artık bir zorunluluk değil, bir davet olur.