21. yüzyılın politik ikliminde popülizm, birçok ülkede kısa vadeli kazanımlar için sıkça başvurulan bir araç haline gelmiştir. Güney Amerika’da Hugo Chávez'den Jair Bolsonaro’ya, Türkiye’de ise geçmişten günümüze birçok lider, halkın duygularına hitap eden, ancak uzun vadede kurumsal yapıyı zedeleyen politikalara yönelmiştir. Ekrem İmamoğlu ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak benimsediği yönetişim anlayışıyla bu eğilimden ayrılarak sürdürülebilir, şeffaf ve katılımcı politikalar geliştirmiştir.

Bu yazıda, seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun izlediği politikaların, popülist liderlik anlayışının ötesine geçen, uzun vadeli ve sürdürülebilir kamu yönetimi uygulamaları sunduğunu öne sürrmekteyim. Güney Amerika ülkelerinde ve Türkiye'deki örneklerle karşılaştırmalı olarak yapılan analiz, İmamoğlu’nun politikalarının yönetişim, şeffaflık, sosyal yardımlar ve kentsel planlama açısından özgün ve kurumsallaşmış bir çizgide ilerlediğini göstermektedir.

Popülist liderler, halkın anlık tepkilerine cevap vermek üzere kaynakları kısa vadede tüketen, uzun vadeli planlamadan uzak politikalar izlerler. Popülizm, halkın doğrudan duygularına hitap ederek iktidar kazanmayı amaçlayan ve çoğunlukla uzun vadeli planlamayı ihmal eden bir siyasi strateji olarak tanımlanabilir. Özellikle Latin Amerika’da, Chávez, Morales ve Bolsonaro gibi liderler, halk desteğini sürdürmek adına ekonomik istikrarı tehlikeye atacak ölçüde kamu kaynaklarını kontrolsüz biçimde dağıtmıştır. Türkiye’de de seçim dönemlerinde artan sosyal yardımlar ve hizmet vaatleri, benzer eğilimlerin yerel ölçekte de karşılık bulduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, Ekrem İmamoğlu’nun uygulamaları, popülizme karşı bir yönetişim alternatifi sunmaktadır.

İmamoğlu’nun ilk vaadi olan "şeffaflık", yönetim anlayışının temelini oluşturmuştur. Belediye ihalelerinin canlı yayınlanması ve İBB Meclisi oturumlarının halka açık hale getirilmesi, kamu kaynaklarının denetlenebilirliğini artırmıştır. Transparency International gibi kurumların önerdiği bu tarz uygulamalar, yönetişim kalitesini yükselten kurumsal reformlar arasında gösterilmektedir.

Pandemi döneminde başlatılan "Askıda Fatura" kampanyası, geleneksel sosyal yardımların ötesine geçen, bireyler arası dayanışmayı kurumsallaştıran bir örnektir. Bu kampanya, vatandaşlar arasında doğrudan dayanışmayı teşvik ederken, devletin aracılığı olmadan sürdürülebilir bir destek ağı kurmuştur. Bu model, sadece belediye kaynaklarına dayanmamakta; sivil toplum ve vatandaş iş birliğiyle sürdürülebilir bir sosyal yardım ağı oluşturmaktadır. Latin Amerika’da sıkça rastlanan popülist sosyal yardım politikalarının aksine, bu uygulama bireyi nesneleştirmeyen, toplumsal katılımı özendiren bir yapıya sahiptir. Oysa popülist rejimlerde sosyal yardımlar genellikle siyasi bağlılık üzerinden dağıtılır ve sürdürülebilirlikten yoksundur.

İmamoğlu döneminde İstanbul’da başlatılan kentsel dönüşüm projeleri, yalnızca rant amacı gütmeyen, bilimsel risk analizlerine dayalı çalışmalardır. Metro projeleri, Avrupa Yatırım Bankası gibi uluslararası kurumlardan finansman sağlanarak yürütülmekte, bu da ekonomik olarak sürdürülebilirliği ve teknik kaliteyi beraberinde getirmektedir. Güney Amerika’da birçok kentte altyapı yatırımları gösterişli ama plansız biçimde gerçekleştirilmiş, uzun vadede kamu bütçelerinde derin yaralar açmıştır.

Mahalle meclisleri, gençlik meclisleri ve dijital anketlerle karar alma süreçlerine halkın katılımı sağlanmaktadır. Bu yöntemler, yalnızca temsilî demokrasiye değil, katılımcı demokrasiye de alan açmakta; yurttaşların yönetime aktif olarak katılmasını teşvik etmektedir. Türkiye’de çok sınırlı uygulaması olan bu model, Brezilya’daki Porto Alegre örneğiyle karşılaştırıldığında daha kapsayıcı ve güncel teknolojileri içeren bir yapıya sahiptir.

Ekrem İmamoğlu’nun yönettiği İstanbul, popülist politikaların kısa vadeli zaferlerine karşılık, uzun vadeli, katılımcı, şeffaf ve sürdürülebilir bir kent yönetimi modeli sunmaktadır. Bu yaklaşım, yalnızca Türkiye için değil, dünya genelindeki yerel yönetimler için de örnek teşkil edebilecek bir yönetişim anlayışının habercisidir. Popülizmden uzak, kurumsal yapıyı güçlendiren bu modelin, toplumsal istikrar ve kalkınma için vazgeçilmez olduğu açıktır.

Akdeniz Üniversitesi, İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Koç ile önceki gün Mersin’de buluştuk. Uzun bir sohbet gerçekleştirdik. Onun dünya ve ülkemiz üzerine yaptığı analizleri hep önemsemişimdir. Ali Koç ile CHP ve İmamoğlu üzerine de konuştuk. İmamoğlu’nun politikalarının sürdürülebilir olduğunu, CHP yönetiminin gençleşmesinin önemini; ama Fikri Sağlar gibi deneyimli kişilerinde parti yönetiminde bulunması gerektiğini anlattı.