‘Sevgi’ ve ‘hissetmek’ kavramları neyi ifade eder?
Limbik sistemimizin merkezi duygusu sevgidir. Diğer bütün duygular sevginin etrafında sıralanır. Bunun nedeniyse yaratılanların en mümtazı(seçkini) olan insan başta olmak üzere diğer tüm canlı formlar ile Yaratıcı arasında kurulacak iletişim dilinin sevgi olarak Yaratıcı tarafından seçilmesidir. Bize göre bu dilin sevgi olarak seçilmesinin ana nedeniyse; Yaratıcı’nın yaratılanlara dair sahip olduğu mutlak bilgi ve zatında taşıdığı sonsuz rahmetidir. Akla biraz daha yakınlaştırmak adına; teşbihte hata olmasın nasıl insanda bildiğini sevme, bilmediğine düşmanlık etme eğilimi varsa; Yaratıcı’nın da yaratımlarıyla ilgili sahip olduğu mutlak bilgi onlarla mutlak bir sevgiyle iletişimde olmasını gerektirmektedir. Bu gerektirme herhangi bir nakıslıktan (eksiklikten) veya dışsal zorlamadan münezzeh bir tarzda tecelli etmektedir.
Varoluştaki tüm formların birbirleriyle kurduğu iletişimin diliyse ‘his’ yoluyla gerçekleşen hissetme deneyimidir.
Bu bilgiyi referans alarak bütün varlığın ve varoluşun ortak senfonik dilinin ‘hissetme’ olduğu çıkarımını kolaylıkla yapabiliriz.
İnsan da temelde hisseden bir varlıktır. Akıl yoluyla öğrenmesi daha sonradan gelişir. Buna en büyük kanıt; insanın yaşamı boyunca öğreneceği bilgilerin yüzde 75-80’lik kısmının (0-7) yaş zaman aralığında gerçekleşmiş olmasıdır. Oysa bu zaman diliminde bireyin akli melekeleri hiçte gelişkin değildir.
Tüm yaşam formlarının içinde hissetme yetisine en çok yabancılaşan varlık insandır denebilir. Çünkü hissetme dışında, sonradan zihinsel becerisiyle geliştirdiği dil iletişim tekniği, onun varoluştan kısmen de olsa bir kopuş yaşamasına neden olmuştur. Konuşma, yani ses ve kelime yoluyla geliştirdiğimiz bu iletişim metodu zamanla başat kılınmış ve tali(ikincil) bir zihinsel kazanımdır. Bu durum da insanı sadece insana muhattap kılıp; hem kendi öz benliğine (egoya hapsolup kaba bir bencilleşme serüveni yaşamasına neden olmuştur.) hem de dışındaki doğaya yabancılaştırarak, sureten medeni, sireten vahşi bir forma evrilmesine neden olmuştur. (Suret: Görünüş, Siret: İç dünya, ahlak. İnsanın doğaya ve hayvanlar alemine hatta kendi cinsine karşı da bu kadar acımasız olmasının önemli bir nedeni de his diline yabancılaşmasıdır.) Sonradan geliştirdiğimiz bu iletişim yolu, hislerimizin körelmesine ve hislerin bizi yer yer yanıltıcı eylemlere yöneltmesine neden olmuştur. Tarihi teolojik metinlerden okuruz hep; aydınlanma yaşamış bir mistiğin veya bir bilgenin veyahut bir peygamberin ceylanla veya bir kurtla vb. bir varlıkla konuştuğunu ve rahatlıkla iletişim kurduğunu. Günümüz insanına göre bu durum uydurma olan masalsı bir anlatıdan başka bir şey değildir. Oysa bu masalsı görünen iletişim o kadar gerçek ve hatta hakikattir ki; herhangi bir dışsal kanıta ihtiyaç dahi duyulmayacak cinstendir. Çünkü kanıtı bizzat insan doğasında içkindir. (Günümüz psikologlarının araştırmalarına göre insanlarla iletişimimizin yaklaşık yüzde 65’i sözel olmayan yani konuşmaya dayanmayan yollara dayanır.) Standart bir bireyin hisleri onu genelde aldatırken; içsel aydınlanma yaşamış kişilerdeyse hissetme eylemi körelmiş veya kesintili bir seyir çizgisinde değildir. Tam bir devamlılıkla zirve halinde deneyimlenmektedir. Bu durumu deneyimleyen kişiyi de asla yanıltmamaktadır. O yüzden bu tip kişiler bir ağacın veya bir kuşun yayımladığı his frekanslarını dahi büyük bir netlikle anlama kavuşturabilmektedirler. Ve kendi türü dışındaki varlıklarla rahatlıkla bağ ve iletişim kurabilmektedir. Günümüz insanı de egodan sıyrılıp öz benliğinin farkındalığına varabilirse eğer aydınlanma yaşamış o bireyleri rahatlıkla kavrayabilir ve benzer durumları rahatlıkla deneyimler duruma gelebilir.
Dünyada cereyan eden kötülüklerin ana kaynağı nedir?
Dünya da meydana gelen kötülüklerin ana nedeni; bilim ve akıl dışı kodlara göre dizayn edilmiş toplumsal yapımızdır. Yeryüzünde üretilen bütün kötülük ve adaletsizliklerin ana nedeni bu çarpık toplumsal düzenin ürünü olan insan unsurudur. Dünyada üretilen bunca zulüm ve vahşet ucuz bir insani uyanıklıkla Yaratıcıya mal edilemez. Bu durum tamamen biz insanların eseridir. İnsanlığın yönetim iplerini elinde tutan siyaset sınıfıysa üretilen bu kötülük ve adaletsizliklerin baş aktörüdür. Çünkü bu sınıf insanlığı, insanlığa hizmet retoriği(edebiyatı) adı altında acımasızca sömürmektedir. Bundan sonra yazacaklarım ütopik bir sosa sahip olabilir fakat tek çıkar yol gibi bir gerçekliği de bünyesinde barındırmaktadır. İnsanlığın dizginlerini, ruh hastası ve kişisel hırslarının kurbanı siyaset sınıfının ellerinden kurtardığı ve yönetimin bilim insanları, şair ve mistiklere geçtiği ve Yaratıcı’nın Kainata derç ettiği sarih ve zımni kanunlara riayetin gözetildiği bir dünyada cennetvari bir yaşantı deneyimlemek pek uzak bir ihtimal olarak görülmemelidir. Ve tek çıkış yol da bu gibi görünmektedir. Yoksa Donald Trump ve benzerlerinin yönettiği bir dünya tımarhanesinde bizleri ve gelecek nesilleri bekleyen daha nice cehennem senaryolarına hazırlıklı olma gerçeğiyle baş başayız.