Son zamanlarda Türkiye’nin dört bir yanında üniversitelerde yükselen sesleri duyuyor musunuz? Duyamıyorsanız, belki de duymanız istenmediği içindir. Çünkü bu sesler, yalnızca öğrenci değil; bir kuşağın bastırılmış nefesi, gecikmiş öfkesi, ısrarla umut eden yüreğidir.
Kampüslerden meydanlara, forumlardan adliye koridorlarına kadar uzanan bu yol, yalnızca bir hak arayışı değil. Aynı zamanda adaletsizliğe karşı sessiz bir haykırışın yürüyüşüdür. Öğrenciler, “Eşit, özgür ve adil bir yaşam istiyoruz” dediklerinde karşılarında demokratik bir muhatap değil; barikatlar, soruşturmalar ve kelepçeler buluyorlar.
Son zamanlarda artan gözaltılar ve tutuklamalar gösteriyor ki, bu ülkede düşünmek, konuşmak ve sorgulamak artık bir suç unsuru olarak görülüyor. Oysa bir ülkenin gençliği susturuluyorsa, o ülke nefessiz kalmış demektir. Bugün özgürlük talep eden öğrenciler “terörist” diye mahkemeye taşınıyorsa, asıl suçun kendisi başka yerde aranmalıdır.
Unutulmamalıdır ki bir öğrencinin tutuklanması yalnızca bireysel bir mağduriyet değil, aynı zamanda toplumsal bir travmadır. Çünkü içeride tutulan yalnızca bir genç değil; düşünce, ifade, itiraz ve gelecektir. Her tutuklanan öğrenciyle biraz daha yoksullaşıyoruz: Fikren, vicdanen ve insanca.
İfade özgürlüğü ve barışçıl gösteri hakları, demokratik bir toplumun en önemli unsurlarındandır. Bu hakların korunması, bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edebilmesi ve toplumsal değişim için seslerini duyurabilmesi açısından kritik öneme sahiptir.
Aynı zamanda, yaşanan her türlü baskının karşısında durmak, dayanışma ruhunu güçlendirmek, toplumsal bilinçlenmeyi artırmak ve adaletin sağlanması için ortak hareket etme ihtiyacını ortaya koyuyor. Gençlerin sesinin duyulması, onların haklarını savunabilmesi ve daha güzel bir gelecek için bir araya gelmeleri, toplumun sağlığı açısından son derece önemlidir.
Bugün bir araya gelerek dayanışma göstermek, bu mücadelede yalnız olmadıklarını hissettirmek ve hak arayışını daha da güçlendirmek için önemli bir adım. Barışçıl eylemlerle, hak ihlallerine karşı durmak ve demokratik değerleri savunmak, hepimizin sorumluluğudur. Unutulmamalı ki, toplumsal değişim zaman alabilir, ancak birlikte hareket ettiğimizde bu değişimin gerçekleşme ihtimali her zaman vardır.
Ama tarih bize bir şeyi hep hatırlattı:
Gençliğin sesi, susturulamaz.
Zindanlar, fikirleri boğamaz.
Ve en önemlisi:
Karanlık, en çok şafak sökmeden önce koyulaşır.
Bugün içerde olanlar yarın dışarıda olacak. Ama onları yargılayanlar, bu suskunlukta nerede durduklarını hatırlamak zorunda kalacak. Çünkü gelecek, sessiz kalanları değil, ses çıkaranları hatırlar.
Sözü fazla uzatmaya gerek yok.
Bu gençler suçlu değil.
Suç olan, bu adaletsizliktir.
Peki, Ya Biz?
Her gözaltı haberi düştüğünde sosyal medyada birkaç tepki cümlesi paylaşıp hayatımıza devam ediyoruz. Ama unutmamalıyız: Bu çocuklar bizim çocuklarımız. Kardeşimiz, öğrencimiz, sınıf arkadaşımız, komşumuz… Ve bugün onlar için sustuğumuz her an, yarın bizim sesimizin de duyulmayacağı bir geleceği büyütüyor.
Bir ülkede üniversiteler yalnızca bilgi üretmekle değil, hakikati savunmakla da yükümlüdür. Gençlik, sadece sınavlara değil, yaşama da hazırlanır. Bu nedenle her baskı, aslında bir kuşağın düşünme ve direnme hakkına yönelmiş bir saldırıdır.
Artık soru şu: Biz bu baskılara alışacak mıyız, yoksa yan yana durmayı mı seçeceğiz?
Bugün bir araya gelerek dayanışma göstermek, bu mücadelede yalnız olmadıklarını hissettirmek ve hak arayışını daha da güçlendirmek için önemli bir adım. Barışçıl eylemlerle, hak ihlallerine karşı durmak ve demokratik değerleri savunmak, hepimizin sorumluluğudur. Unutulmamalı ki, toplumsal değişim zaman alabilir, ancak birlikte hareket ettiğimizde bu değişimin gerçekleşme ihtimali her zaman vardır.
Bugün üniversite kapılarında coplanan öğrenciler için, sabaha karşı evleri basılan gençler için, bugün tek mücadele aracı sözü olanların susturulmasına karşı bir duruş sergilemek zorundayız.
Sadece sosyal medyada değil; adliye önlerinde, rektörlüklerin kapısında…
Ailelerin yanında, gazetecilerin önünde…
Çünkü dayanışma, yalnızca bir duygudaşlık değil, bir eylem biçimidir.
Ve her eylemsizlik, baskının önünü açar.
Bu mesele ne yalnızca öğrencilerin, ne sadece muhaliflerin, ne de bir grubun davası.
Bu, herkesin meselesi.
Özgürlük, ayrıcalıklı bir hak değil, toplumsal bir ihtiyaçtır.
ADINIZI ÖĞRENDİK UNUTMAYIZ
Bir sabah eksildi sıramızdan biri
Ama adı çoğaldı duvarlarda
Bir çığlık gibi yankılandı sınıf boşluklarında
Susmadı susturulmadı
Kapatıldılar belki dört duvar arasına
Ama dışarıda
Binlerce pencere açıldı onlar için
Çünkü bilirsiniz
Bir düşünceyi tutuklayamazsınız
Bir şarkıyı zincire vuramazsınız
Ve bir öğrencinin düşü
Mahpus duvarını aşar en nihayetinde
Onlar içeride
Ama ellerimizde mektuplar var
Onlar içeride
Ama sokakta hâlâ ayak sesleri var
Onlar içeride
Ama kalbimizde hâlâ inadına inat bir bahar var
Karanlığa yazıyoruz şimdi bu satırları
Ama biliyoruz
Sabah
Mutlaka
Gelecek
Ve o sabah
Her şeyden önce sizi anacağız
Adınızı öğrendik
Unutmayız