Sabah uyanıyoruz, elimiz cep telefonumuza gidiyor. Ekranda bizleri karşılayan haberleri bir yapay zekâ derlemiş. Kahvemizi yaparken bir başka yapay sistem evin sıcaklığını, dışardaki havayı ve ruh hâlimizi göz önüne alarak bize öneriler sunuyor. Araba kullanırken yapay zekâ trafik durumuna göre yönlendirme yapıyor. Akşam geldiğinde bir dizi izliyoruz; içeriğini, ilgimize göre yine bir algoritma önermiş. Günün her anında, farkında olalım ya da olmayalım, yapay zekâya temas ediyoruz. Bu temas, yaşamımızı kolaylaştırırken aynı zamanda bize çok daha derin, çoğu zaman dillendiremediğimiz bir soruyu fısıldıyor: “Bunca zeka ve teknoloji karşısında, hâlâ birey olmak ne demek?”

Teknolojinin İçinde Kaybolan Benlik

Kişinin en temel psikolojik gereksinimlerinden biri “var olma” duygusudur. Var olmak yalnızca fiziksel anlamda değil; anlamlı olmak, bir değer taşımak, benzersiz hissetmek demektir. Oysa yapay zekânın yükselişiyle birlikte, çoğu insan bilinçli ya da bilinçsiz olarak şunu sorgulamaya başladı: “Benim farkım ne? Benim katkım ne olacak?”
Özellikle genç kişilerde bu sorgulama daha da görünür hale geliyor. Eğitimini tamamlayan, bilgi birikimi olan bir insan, karşısında her bilgiyi saniyeler içinde sunabilen bir yapay zekâ gördüğünde, doğal olarak içsel bir rekabet başlatıyor. Bu da zamanla özgüven kaybı, aidiyet duygusunda zedelenme ve kimlik karmaşasına yol açabiliyor.
Bir danışanım şöyle demişti:
"Ben yıllarca eğitim aldım ama şimdi bir uygulama benim yerime hem analiz yapabiliyor hem de öneri sunuyor. Peki ben ne işe yarıyorum?"
Bu cümledeki duygusal yük, aslında hepimizin ortak bir kırılganlığına işaret ediyor: Yerini kaybetme korkusu.

Birey Olmanın Özü: Duygular

Yapay zekâ hesap yapabilir, öneride bulunabilir, hatta kişi sesini taklit ederek konuşabilir. Ama bir şeyi yapamaz: Hissetmek. İşte bu noktada, birey olmanın özü açığa çıkıyor. Kırılganlık, çelişki, tutarsızlık gibi “kusurlu” görünen yönlerimiz, aslında bizi birey yapan şeyler. Sevmek, utanmak, korkmak, merak etmek... Bunlar hiçbir algoritmanın simüle edemeyeceği derinlikte yaşantılar.
Yapay zekâ size "mutlusunuz" diyebilir, çünkü yüzünüz gülüyordur. Fakat o gülümsemenin ardındaki boşluğu, yalnızlığı, çaresizliği okuyamaz. Çünkü kişi olmak sadece görüneni değil, görünmeyeni de taşımaktır.
Bireyi psikolojik olarak güçlü kılan şey, tüm bu karmaşıklığı anlamlandırabilme çabasıdır. Bu çaba bazen terapide, bazen sanatta, bazen bir dost sohbetinde kendini gösterir. Yapay zekânın ulaşamayacağı yer tam da burasıdır: Duyguların derin katmanları.

Yalnızlık, Bağ Kurma ve Anlam Arayışı

Modern dünyada kişiler her zamankinden daha fazla "bağlı" ama daha az "bağlantılı". Teknolojik araçlarla iletişim kurmak kolaylaştı, ama kalpten kalbe temas etmek zorlaştı. Bu da birey psikolojisinde derin bir yalnızlık duygusu yaratıyor.
Yapay zekâ bu yalnızlığı geçici olarak maskeleyebilir. Bir robot size günaydın diyebilir, bir yapay arkadaşla sohbet edebilirsiniz. Ama bu bağın derinliği, bir insanın anlayışlı bir bakışıyla, yargılamadan dinleyen bir kulağıyla kıyaslanamaz.
Terapötik ilişkide en temel unsur güvenli bir bağdır. Danışanın duygularının kabul gördüğü, yargılanmadığı bir alan yaratılır. Bu alan yalnızca profesyonellik değil, insanlığın en saf hâlini taşır. Yapay zekâ, bu duygusal rezonansı yakalayamaz.

Psikolojik Esneklik: Değişime Direnmeden, Değişimle Akmak

Yapay zekâ çağında sağlıklı kalmanın anahtarı, değişimi tehdit olarak değil, gelişim fırsatı olarak görebilmektir. Bu da psikolojik esneklikle mümkündür.
Psikolojik esneklik, karşılaşılan zorluklara rağmen kişinin anlamlarını koruyabilmesi, değerleri doğrultusunda harekete geçebilmesidir. Bir başka deyişle, duyguların içinde kaybolmadan, o duygularla birlikte yürüyebilmektir.
Yapay zekâ belirsizliği azaltabilir, ama hayatın özü belirsizliktir. Bu sebeple kişi olmak, belirsizliğe rağmen anlam bulabilmeyi başarmaktır.

Sonuç Yerine: İnsan Kalmanın Cesareti

Yapay zekâ çağında birey kalmak, yalnızca teknolojik gelişmelere direnmek anlamına gelmiyor. Aksine, bu gelişmeleri tanımak, onlardan faydalanmak ama en nihayetinde insani yönümüzü unutmamak demektir.
Belki de sormamız gereken soru şudur:
"Bizi makineden ayıran şey ne?"
Cevap net: Sevme kapasitemiz, bağ kurma ihtiyacımız, hayal etme yetimiz ve kırıldığımız hâlde ayağa kalkma gücümüz.
Her gün teknolojinin gölgesinde yaşıyoruz. Ama hâlâ birbirimizin gözlerine bakıyoruz. Hâlâ sarılmak istiyoruz. Hâlâ bir cümlede kendimizi bulabiliyoruz. Hâlâ umut ediyoruz. İşte bu yüzden, kişi olmak hâlâ çok kıymetli. Ve yapay zekâ çağı ne kadar ilerlerse ilerlesin, bu kıymeti anlayanlar olduğu sürece insanlık devam edecek.