Kişi kendine dürüst olmadıkça dünyaya karşı açık olamaz. Bazen bir his gelir yerleşir içimize, yerleşmekle de kalmaz; ağırlaşır, yer kaplar, hatta nefesimizi bile daraltır. Ne hissettiğimizi bile tam bilmediğimiz anlar olur. Ya bastırırız ya da görmezden geliriz. Oysa en temel gereksinimlerinizden biri, içimizde olanı dışımıza dökebilmektir. "Ben buradayım ve böyle hissediyorum" diyebilmek, insanın kendi varlığını tanımasıdır. Kendini ifade etmek, sadece kelimelerle yapılan bir şey değildir; aynı zamanda bir farkındalık biçimidir. Vücudumuzun, hislerimizin, düşüncelerimizin ne söylediğine kulak vermektir. İçimizde bastırdığımız her cümle, zamanla başka biçimlerde karşımıza çıkar: sessizlik, kırgınlık, öfke, kaygı ya da yorgunluk olarak.

Dışa dönük bir birey olmakla kendini ifade etmek arasında fark vardır. Bazı kişiler çok konuşur ama aslında hiç kendini anlatmaz. Bazılarıysa kelimelere dökemediği hislerini içlerinde tutarak, görünmeyen bir savaş verirler. Çünkü kendini ifade etmek cesaret ister; risk almayı, yargılanmayı göze almayı ve en önemlisi kendi iç dünyasını sahiplenmeyi gerektirir. "Ben böyle hissediyorum" diyebilmek, karşılık bulamasa da, yanlış anlaşılma ihtimali olsa da, insanın kendine sadık kalma halidir. Bu sadakat kolay değildir. Özellikle hislerimizi bastırmanın bir tür korunma olduğuna inandığımızda, içimizdeki o gerçek sesi kısmak alışkanlık haline gelir. Fakat gerçek şu ki, kendi sesini kısan biri, zamanla yaşamın sesini de duyamaz hale gelir.

Bu sebeple ifade etmenin ilk adımı, kendine doğru yaklaşmaktır. Ne hissediyorum? Bu duygu nereden geliyor? Ne söylemek istiyorum ama neden susuyorum? Bu sorular kolay değildir ama bir kapı aralar. O kapıdan geçtiğimizde, yavaş yavaş sesimiz de şekil bulur. Belki ilk adımda sadece bir kelime dökülür dudaktan, ama o kelime çoğu zaman içsel zincirleri kıran bir anahtardır. Kendini ifade etmek; incinmekten korkmadan, anlaşılmamaktan endişe etmeden, sadece kendin olmakla ilgilidir. Ve bu hal, kişinin en derin gücüdür.

Atılganlık

Atılganlık bazen zaman yanlış anlaşılır. Bazen saldırganlıkla karıştırılır, bazen aşırı özgüvenle. Oysa atılgan olmak, özünde insanın kendi hakkını savunması, kendini net bir şekilde ifade edebilmesi ama bunu yaparken karşısındakine saygısını kaybetmemesi demektir. Ne susmak ne bağırmak ; yalnızca net olmak. Kendi sınırlarını çizebilmek, hislerini dile getirebilmek ve kararlarını korkmadan ifade edebilmek atılganlığın temelidir. Bu hal, insanın öz saygısını yansıtır. Çünkü atılgan olmak, "Ben de en az senin kadar önemliyim" diyebilmektir. Bu, kavgacı bir tutum değildir. Aksine ilişkileri daha açık, daha sağlıklı hale getirir.

Çoğu kişi "hayır" demeyi bilmez. Aslında bilir de söylemeye cesaret edemez. Çünkü reddetmenin karşısındaki insanı kıracağını düşünür, suçluluk hisseder ya da yargılanmaktan korkar. Oysa "hayır" diyebilmek, bir itiraz değil, bir sınır çizgisidir. Atılgan olmak, o çizgiyi çekebilmek anlamına gelir. Ne eksik ne fazla; yalnızca hak ettiğin kadar. Bazen karşındaki insan seni anlamayabilir, hatta senin bu netliğini bir yanlış olarak gibi görebilir. Fakat uzun vadede kişiler en çok, ne söylediği belli olanlara güvenir. Belirsizlik, ilişkilerde güvensizlik yaratır. Oysa atılganlık, netliği doğurur ve bu netlik ilişkilerde saygıyı besler.

Kendini ifade etmenin yolları arasında en sağlıklı olanlardan biri, işte bu atılganlıktır. Bu bir denge sanatıdır aslında: Ne pasif olup her şeyi sineye çekmek, ne de saldırgan olup karşı tarafı ezmek. Orta yolda, ama kararlı bir şekilde durabilmektir. Ve bu tutum, zamanla hem insanın kendine olan saygısını artırır hem de çevresindekilerin ona olan yaklaşımını değiştirir. Atılganlık, başkalarıyla değil, önce kendinle kurduğun bir ilişki biçimidir. Kendini ne kadar değerli görüyorsan, o değeri korumak için o kadar net olursun.

İçinden Geldiği Gibi: Kendi Gerçeğini Konuşmak

Yaşam bazen susarak geçer. Oysa dile gelmeyen her his, içeride birikmeye devam eder. Ve kişi bir noktadan sonra yorulur, çünkü en çok kendini bastırmak yorar. Kendini ifade etmek; yalnızca duyguları söylemek değil, hislerle bağ kurabilmektir. "Ben buradayım, böyle hissediyorum ve kendimi saklamak istemiyorum" diyebilmektir. Bu bir var olma biçimidir. İfade edebilen kişinin yükü hafifler çünkü en büyük yük, kendini devamlı tutmaktır. Ve her kişi, kendi gerçekliğini yaşama hakkına sahiptir.

Kimi zaman ifade etmek, kelimelerle değil, duruşla başlar. İçten bir "hayır", bir bakış, bir geri çekilme bile aslında kendi sınırlarını belirtmektir. İlla çok konuşmaya gerek yoktur; yeter ki içindeki sesi duymaya ve ona sahip çıkmaya niyetin olsun. Kendini duyduğunda, başkalarının seni duymaması o kadar da önemli gelmez. Çünkü artık birine anlatmasan bile, kendine yabancı değilsindir. Bu yabancılığı aşmak, yaşamın en kıymetli adımıdır.

Ve belki de en çok şunu hatırlamak gerekir: Herkesin bir hikâyesi var ve o hikâyenin en önemli anlatıcısı sensin. Kendini ifade etmek, o hikâyeyi sahiplenmektir. Atılganlık ise bu hikâyeyi anlatabilme gücüdür. İçinden geldiği gibi, içtenliğiyle. Çünkü en çok da böyle yaşanır hayat: Kendin gibi olarak.