İktidara geldikten sonra basınla ilişkilerini tabiri caiz ise tatlı anlar olarak nitelendiren DP Hükümeti’nin bu ortamı ortadan kaldırması çok uzun sürmedi. Basın özgürlüğünü muhalefet olduğu dönemde dilinden düşürmeyen Demokrat Parti basın üzerinde baskısını arttırması ve tüm gücüyle basına balyozla gelmesi kısa zaman içerisinde gündeme oturmuştu.

Menderes hükûmeti, 1956’da, ‘Basın yoluyla ve Radyo ile işlenen suçlar kanunu’nun kapsamını genişletti. Bunlar arasında İGS’nin [İstanbul Gazeteciler Sendikası] kapatılmasına dayanak teşkil eden yeni hüküm şöyleydi: “Kötü niyetle ve özel maksada dayanan yayında bulunmak, Devletin veya Hükûmetin dışarıdaki itibar ve nüfuzunu kıracak şekilde asılsız, mübalağalı veya özel dayanan haberin dışarıda yayınlanmasına sebep olmak.” Tüm bunlarla kalmayan süreç içerisinde basın üzerindeki baskı süresiz kapatmalara dayandı. Polis muhalefet liderlerinin gezilerini izleyen muhabirleri copla kovaladı ve fotoğrafçıların makinelerini ellerinden aldı. İGS, bu olayları protesto etmek için 1957 yılının temmuz ayında bir bildiri yayımladı. Bunun üzerine gece yarısı polisler Sendika merkezinin kapısını mühürledi. Sendika bildirisinin, dışarıda Türkiye’yi küçük düşürücü amaçlara yönelmiş olduğu öne sürüldü. Hükûmet artık ne gazete muhabirlerine tahammül edebiliyordu, ne de onların sendikalarına. Sendika tam dokuz ay kapalı kaldı.

Gazete patronlarının hükûmetle aralarının açılmasının faturasını da çalışan gazeteciler ödemekteydi. Sendikanın çabalarıyla elde edilen yüzde 25 zammın üzerinden bir ay geçmeden Menderes hükûmeti, gazete kâğıdı fiyatlarına yüzde 150 oranında zam yaptı. Bu, basın sektöründe çalışanların aleyhine yeni gelişmelere yol açtı. Bu dönemde İGS çalışan gazetecilerin sesini çıkartabildiği tek platform olarak öne çıkmaya başlamıştı.

27 Mayıs 1960’da Menderes hükûmetini deviren askeri darbeden kısa süre sonra gazeteciler, özgür ve demokratik bir basın düzeninin kurulması için taleplerini seslendirmeye başladılar. Fikir İşçileri Yasası’nın değiştirilmesi, resmi ilanların keyfi bir şekilde dağıtılmaması, gazetelere kadrolu çalışan sayısında bir alt sınır koyulması ve siyasi iktidarın kâğıt fiyatlarını basına baskı için kullanmasının engellenmesi bu taleplerin başlıcalarıydı. Ancak Menderes gibi MBK de basın özgürlüğüne karşı giderek soğuyordu. Yassıada yargılamaları sürerken MBK’nin yeni basın mevzuatıyla ilgili çalışmaları gazetecilerden gizlemeye başlaması gerilimi artırdı. 

Bu arada MBK, iktidarın bir an önce seçimler yoluyla yeniden sivillere devredilmesine karşı çıkan kendi içindeki ’14’ler grubu’nu tasfiye etti. “Babıali’den de geçeceğiz” diye meydan okuyan MBK subayları şimdi yurt dışına askeri ataşe olarak gönderilmiş, bir nevi sürülmüştü.

Ardından 29 Kasım 1960’da Basın Kanunu’ndaki antidemokratik maddeleri kaldıran 143 sayılı yasa çıkarıldı. 1 Aralık’ta gazetecilere, kendi talepleri olan ‘ispat hakkı’nı tanıyan Ceza Yasası değişikliği yapıldı. Fakat Fikir İşçileri Yasa tasarısı ve Basın İlan Kurumu ile ilgili düzenlemeler bekletildi.

212 sayılı kanun 10 Ocak 1961’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girerken, gazete sahipleri de ortak bir tavır için bir araya geldikleri toplantıda boykot kararı almıştı. Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Yeni Sabah, Vatan, Tercüman ve Yeni İstanbul gazeteleri üç gün boyunca çıkmayacaktı. Bu olay, basın tarihimize Dokuz Patron Vakası diye geçti. 10 Ocak 1961’de bu gazeteler “Gazetemizi üç gün kapatıyoruz” başlığıyla ve ortak bildiriyle çıktı. Bildiride bir yandan MBK övülüyor, bir yandan da yeni yasanın “tehlikesi” vurgulanıyordu. Patronların yayın durdurmasına en etkili cevap da yine gazetecilerden geldi. 

10 Ocak 1961’de 3 günlük yayın durma kararı duyurusunun yayımlandığı dokuz gazeteden bazılarının künyelerinde değişiklikler oldu. Sendikalı ve sendikasız yazı işleri müdürlerinden bir kısmı, boykot bildirisinin yayımlandığı o sayıya imzalarını koymayı kabul etmedi. Dünya gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürlerinden Hikmet Çağlayan ve Sami Karaören imzalarını koymayınca o gün sorumlu yazı işleri müdürü olarak Yekta Ragıp Önen’in adı yayımlandı. Milliyet’te Hasan Yılmaer adını koymamış ve onun yerinde Ercümend Karacan’ın adı çıkmıştı. Vatan’da Mesut Özdemir ve Gökşin Sipahioğlu adlarını koymayı kabul etmeyince yalnızca sahip olarak Ahmet Emin Yalman’ın adı yer aldı.

Dokuz gazetenin yazı işleri müdürü, ortak bir bildiri ile boykota katılmadıklarını duyurdu. Yazı işleri müdürlerinin ortak bildirisinde şu görüşlere yer verildi:

“1- Gazetelerimizin kapatılması konusunda patronlarımız tarafından alınan kararı asla tasvip etmiyoruz.

2- Bu karara mesnet olarak gösterilen basınla ilgili kanunların patronlar tarafından belirtildiği şekilde ‘basının emsali görülmemiş bir tehlikenin içine aldığı,’ ‘temel hak ve hürriyetlerimizi kısıntıya soktuğu’ iddiasına iştirak etmiyoruz.

3- Bu kanunlardan basında çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenleyen ‘fikir işçileri kanunu’ sosyal adaletin gerçekleşmesinden başka bir netice sağlamayacak, hak ve hürriyetimizi kısmayıp bilakis garanti altına alacaktır.

Gazeteciler, 10 Ocak 1961 günü, işverenlerin boykotunu ve davranışlarını protesto amacıyla Cağaloğlu’ndaki Sendika merkezinden Vilayet binası önüne kadar sessiz bir yürüyüş yaptı. Yürüyüş sessizdi ancak gazeteciler, olaylara ilişkin düşüncelerini her zamanki gibi yazıyla dile getirdi. Ama bu kez gazete sayfaları yerine karton ve bez afişleri kullanmak zorundaydılar.  Gazete sahipleriyle çalışanlar arasındaki arabuluculuk çabaları netice vermedi. Patronlara boyun eğmeyen gazeteciler, sendikanın liderliğinde ve zor şartlar altında Basın gazetesini çıkarmayı başardılar.