Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tam bağımsızlığına gönül vermiş, Anayasada yazılı olan demokratik ve laik Cumhuriyet’e bağlı, özgür düşünceli, çağdaş ve gerçekten yurtsever yurttaşlar; geçmiş yıllardaki 30 Ağustos Zafer Bayramlarını büyük bir coşkuyla katılmaktaydılar. Ancak son yıllarda bu törenleri sıradanlaştırmak için bilinçli ve sistemli bir çaba harcandığı gözleniyor. Büyük Zafer’in 103’üncü yıl dönümünü kutlayacağımız bu yıl, daha kutlamalar başlamadan önce Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sosyal medya hesapları üzerinden yayımladığı Atatürksüz kutlama mesajı kamuoyunda çok büyük bir tartışma yarattı. O kadar ki, EGM Bu mesajı yayından kaldırmak ve düzelterek yeniden yayımlamak zorunda kaldı. Doğrusunu söylemek gerekirse son yıllarda biz, garip ve çelişkili bir toplum olduk. Her nedense tarihin derinliklerinde kalmış bazı önemli günleri şaşaalı bir şekilde kutluyoruz ama, asıl bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren tarihi olayları görmezden gelerek sıradanlaştırmaya çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi geçen 26 Ağustos günü Malazgirt Zaferinin 954’üncü yıl dönümü geniş katılımlı bir şekilde, çok önemsenen, gösterişli törenlerle kutlandı. Bu zafer de kutlansın kutlanmasına ama, aynı özen ve ciddiyet, 30 Ağustos kutlamaları için de gösterilsin. Bunun hiçbir sakıncası olmadığı gibi 30 Ağustos Zafer Bayramı, Malazgirt zaferinin alternatifi veya rakibi de değildir. Ancak kanımca, 30 Ağustos Zafer Bayramı, Malazgirt’ten daha öncelikli olarak düşünülmelidir. Çünkü, bugün yurttaşı olarak yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti 30 Ağustos Zaferi üzerine tesis edilebilmiştir. 30 Ağustos Zaferi kazanılmasaydı Malazgirt Zaferini kutlayabilecek bir devletimiz de, bir kültürümüz de, bir milletimiz de olamazdı. Her iki önemli anma günümüz de aynı kültürün birbirini tamamlayan uzantılarıdır. Yoksa bunlar, birbirlerine rakip olan kültürlerin unsurları değildirdirler. Birini diğerinin yerine ikame edemeyiz. Malazgirt Zaferini kutlayıp, 30 Ağustos Zaferini görmezden gelemeyiz. Çünkü 30 Ağustos günü; Emperyalist İngiliz Devletinin vekili olarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’i ve Batı Anadolu’yu işgal etmiş olan Yunan Ordusunun bozguna uğratıldığı, yurdumuzdaki emperyalist işgallere son verildiği gündür. Bu, tartışmasız ve mutlak Zafer’in Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşları olarak hepimizin yaşamı üzerinde çok önemli sonuçları olmuştur. Ünlü yazarımız Falih Rıfkı Atay’ın bir yazısında belirttiği gibi “nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, özgür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferine borçluyuz.” Bunun bilincinde olan duyarlı ve yurtsever yurttaşlar olarak elbette ki her koşul ve ortamda bayramımızı büyük bir coşku ve sevinçle kutlayacağız. Bu coşku ve sevinci gelecek kuşaklara da taşıyacak ve 30 Ağustos ruhunu sonsuza kadar yaşatacağız. Buraya kadar açıklamaya çalıştığım 30 Ağustos’un bireysel açıdan taşıdığı anlam ve öneminin ötesinde, Büyük Zafer’in tarihsel açıdan da taşıdığı çok önemli sonuçları vardır. Birincisi, 26 ağustos 1922 günü başlayıp 30 Ağustos günü zaferle sonuçlanan “Başkomutanlık Meydan Savaşı” bütün bir Osmanlı tarihi boyunca 29 Ağustos 1526 tarihinde kazanılan “Mohaç Meydan Savaşı”ndan 400 yıl sonra yapılan ve kazanılan ilk ve tek meydan savaşı olmuştur. Bu savaş ta Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa sayesinde kazanılmıştır. Osmanlı Devleti 1683 yılında başarısızlığa uğradığı II. Viyana kuşatmasından sonra gerileme devrine girmiştir. 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile ilk kez toprak kaybederek Avrupa’dan geri çekilmeye başlamıştır. Bu geriye çekiliş 1921 yılında yapılan Sakarya Savaşına kadar devam etmiştir. Bu arada geçen yüzyıllar içinde yapılan savaşlarda Osmanlı Orduları hep savunma savaşları yapmışlar ve çoğunda mağlup olarak toprak kaybetmişlerdir. Birinci dünya savaşında kazanılan Çanakkale Zaferi de bir savunma savaşıdır. Savaşının kaybedilmesi nedeniyle o da bir işe yaramamıştır. İkinci olarak 30 Ağustos Zaferi, Türk ve Dünya harp tarihi içerisinde eşi ve benzeri olmayan emsalsiz bir askeri zaferdir. Bütün planlamaları, askeri strateji ve taktikleri bizzat Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanmış ve savaş alanında uygulanmıştır. Savaştan önce işgalci Yunan subayları, kendi hükümetlerine gönderdikleri bir raporda; Batı Anadolu’da yaptıkları tahkimatların Türk Ordusu tarafından 6 Ayda geçilemeyeceğini bildirmişlerdir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, kendisinden çok üstün asker, silah ve lojistik imkânlara sahip Yunan ordusuna karşı askeri bir yarma harekâtı planlamıştır. Bu plan ve stratejiye göre, Türk topçusunun desteğindeki süvari birlikleri Dumlupınar’dan kuzeye doğru bir ok gibi ilerleyerek Yunan ordusunu ortadan ikiye bölecek, haritaya göre önce sağ tarafta kalan Yunan birlikleri imha edildikten sonra, irtibatını ve sevk ve idaresini kaybetmiş olan soldaki birliklere yönelip onları da İzmir’de denize dökecektir. Tam da planladığı gibi olmuş, 6 ayda geçilemez denilen Yunan tahkimatları, 6 günde darmadağın edilmiştir. Bozguna uğrayan Yunan ordusu geçtiği yerleri yakıp yıkarak İzmir’e doğru kaçmaya başlamıştır. 1 Eylül 1922 günü “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri” emrini veren Gazi Mustafa Kemal, bu emriyle yeni kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırlarını belirlemiştir. Üçüncü olarak Başkumandanlık Meydan Savaşı, Birinci Dünya Savaşının mutlak galibi olan emperyalist Avrupa devletlerine karşı dünyada kazanılmış ilk ve tek anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşıdır. Emperyalist devletler, bu yenilgiyi hiçbir zaman unutmamışlar ve içlerine sindirememişlerdir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya ve Kemalist Cumhuriyet devrimcilerine besledikleri bitmeyen kin ve nefretin en önemli nedenlerinden birisi de bu 30 Ağustos zaferidir. Bu yönüyle dünya tarihini derinden derine etkilemiştir. Afrika’da, Asya’da ve Latin Amerika’da emperyalist devletlerin sömürgesi haline gelmiş olan mazlum milletlere örnek olmuş ve cesaret vermiştir. Bu Zaferi öğrenen Hintli Lider Mahatma Gandhi’nin söylediği “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı bile İngilizlerin yanında zannediyordum” sözleri, mazlum milletlere verilen özgüven duygusunun somut bir örneğidir. 30 Ağustos Zaferi, tarihe şerefle, şanla ve altın harflerle yazılmış kutlu bir destandır. Bunu yok saymaya ve unutturmaya kimsenin gücü yetmez. Gazi Mustafa Kemal’in askeri dehası, Türk halkının özverisi ve kahraman Mehmetçiğin kanıyla, canıyla yazılmış olan bu destandan daha büyük bir manevi miras olabilir mi? Böyle bir tarihi geçmişe sahip olmaktan daha büyük bir onur ve gurur olabilir mi? Şanlı 30 Ağustos Zaferinin 103’üncü yıl dönümü ve bu vesileyle kutlanan Zafer Bayramı kutlu olsun.