Türkiye’deki toplumsal ve siyasal gündem, tam da ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in o çok meşhur “Kerem Gibi” şiirinin giriş dizelerine benziyor. Ne diyordu bu şiirinde Nazım usta: Hava kurşun gibi ağır! // Bağır bağır bağırıyorum. // Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum…” İşte, içinde yaşadığımız şu son günlerde tam da ünlü şairimizin tanımlamasına benzer şekilde “kurşun gibi ağır” bir siyasal iklimden geçiyor ve sonunun nereye varacağı belirsiz, labirent gibi dolambaçlı süreçlerden geçiyoruz. Bir yanda halkın hiç değişmeyen gündem maddesi olan ekonomik sorun ve bunalımlar tüm ağırlığıyla devam ediyor. Öte yandan ülkemizin kuzeyinde devam eden Rusya-Ukrayna savaşı ve güneyimizde adeta Filistin halkını soykırıma uğratan İsrail-Gazze savaşları da olanca hızıyla sürüyor. Tabii bu savaşlar, kaçınılmaz olarak ülkemizi de olumsuz bir biçimde etkiliyor. Tabiidir ki Kamuoyu, ister istemez bu etkileri çok çeşitli boyutlarıyla tartışıyor. Son günlerde, bu devasa tartışma konularına bir de PKK’nın kendini feshettiğini ilan etmesi ve kuzey Irak’ta simgesel olarak 30 adet silahı yakmasıyla birlikte kamuoyu gündemine oturan “Terörsüz Türkiye” Tartışmaları da eklendi. Bu konuyla birlikte doğal olarak “Yeni Anayasa” ve “Anayasayı değiştirme sorunu” gibi hassas ve hepimiz için yaşamsal derecede önemli tartışma konuları da kamuoyunun gündemini meşgul etmeye başladı. Gündemi olabildiğince ağırlaştıran tüm bu çetrefil sorunlarla birlikte, 19 Mart 2025 günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 100 kadar üst düzey Belediye yöneticisinin gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla CHP Genel Başkanı Özgür Özel tarafından Saraçhane’de başlatılan ve her Çarşamba günü bir ilçede ve her hafta sonu bir il merkezinde yapılan mitingler dizisi de olanca hızıyla devam ediyor. O kadar ki, Türk siyasal hayatında bir örneği daha görülmemiş olan bu mitingler dizisi deyim yerindeyse adeta bir “mitingler maratonuna” dönüştü. Ne zaman, nasıl ve hangi gerekçelerle sona ereceği de merak ediliyor. Tabii bu mitingler, belediye başkanlarının herhangi bir yargı kararı olmadan idari tasarruflarla ya da etkin pişmanlıktan yararlanan bazı itirafçıların hukuken müphem bazı itiraflarıyla görevlerinden alınmalarını protesto etmek için başlatılmıştı. Ancak ne yazık ki aradan geçen sürede belediye başkanlarının bu şekilde görevlerinden alınarak tutuklanmaları uygulanmasına son verilmediği gibi bu uygulamalar artarak devam etti. Bugün itibariyle tutuklanan CHP’li Belediye başkanı sayısı 15’i buldu. Daha bu operasyonların ne kadar devam edeceği ve nerelere kadar uzanacağı hususu ise henüz bilinmiyor. Bu bağlamda CHP’li Belediye başkanlarının hukuksal durumları teker teker ele alınıp çeşitli açılardan değerlendiriliyor. Ve yapılan haksızlıklar dile getirilerek ele alınıyor. Ancak, genellikle şafak vaktinde ve dalgalar halinde yapılan bu operasyonlar, bir başka yönüyle de Türkiye’de tüm bir yerel yönetimler sisteminin ve belediye örgütlerinin zaaflarını, açmazlarını ve sıkıntılarını ortaya çıkarmış oldu. Kanımca, bütün bu olaylar, Türkiye’de yerel yönetimler sisteminin ve belediyelerin yönetsel yapılarının kendi kendilerini yeniden üretememesinden, sistemin tıkanmasından ve fonksiyonlarını yitirmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, belediye örgütlerinin yönetsel yapılarını A’dan Z’ye kadar tüm yönleriyle değiştirecek, onları çağdaş, dinamik ve fonksiyonel birimler hale getirecek köklü bir yerel yönetimler reformuna ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’nin oldukça eskilere dayanan bir belediyecilik geleneği vardır. Osmanlı devletinde Belediye hizmetleri kadılar tarafından yürütülüyordu. Kadıya belediye işlerinde “Muhtesip” denilen memur yardımcı oluyordu. Muhtesiplik daha sonra gelişmiş ve bunları idare etmek üzere “İhtisap İdaresi” kurulmuştur. Bu yönetim şekli 1854 yılına kadar sürmüştür. 1854’te çıkartılan bir kanunname ile “Şehremaneti idaresi kurulmuştur. Bu yönetim biçimi çeşitli değişikliklere uğrayarak cumhuriyet dönemine kadar sürmüştür. Belediyecilik konusunda asıl büyük dönüşüm 1930 yılında 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun çıkartılmasıyla yaşanmıştır. Bu kanundan dönemin ihtiyaçlarına göre çok çeşitli kanunlar çıkartılarak günümüze kadar gelinmiştir. Ama tarihin hiçbir döneminde belediyeler konusunda bugün yaşadığımız süreçlere benzer süreçler yaşanmamıştır. 12 Eylül 1980 öncesi düzende belediye başkanları yargı kararı olmadan görevlerinden alınamıyordu. Kanımca günümüzde de belediye başkanlarına buna benzer güvenceler sağlanmalıdır. Yerel yönetimler, adı üzerinde o yöre halkının yol, su, imar, katı atık yönetimi, çevre sağlığı gibi temel ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak ve bu çerçevede ortaya çıkan güncel sorunlarını kendi aralarında, demokratik katılımla çözümleyebilmek için oluşturdukları organizasyonlardır. Halen yürürlükte olan Anayasamızın 123’üncü maddesi Türkiye’de devlet idaresini merkezi yönetim ve yerinden yönetim olmak üzere ikiye ayırmış ve “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır.” Hükmünü getirerek yerel yönetimleri de merkezi idarenin yanında idarenin birbirinden ayrılmaz temel unsurlarından birisi olarak saymıştır. Yine Anayasamızın Mahalli İdareleri düzenleyen 127’inci maddesinde “Mahallî idareler; il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.” Şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca, yine Anayasamızın Egemenliği düzenleyen 6’ncı maddesinde “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Hükümlerini içermektedir. Anayasanın bu maddelerinden açıkça anlaşılacağı üzere, seçilmiş bir kişi olan belediye başkanının idari bir kararla veya hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan görevinden alınması Anayasanın lafzına ve ruhuna aykırıdır. Adı üzerinde belediyeler, Anayasanın da belirttiği gibi o yer halkının genel ve ortak ihtiyaçlarını karşılayan kuruluşlardır. Bu nedenledir ki Türkiye’de belediyeler denilince akla ilk olarak içme su şebekeleri, yol, kent içi ulaşım, kanalizasyon, katı atık yönetimi, aydınlanma ve kentsel alt yapı gibi iş ve işlemler gelmektedir. Belediye başkanlarının bu şekilde görevlerinden alınmaları, belediyelerin asli görevlerini yapmaları önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu nedenle belediyelerin mevcut yasalarla görev yapmaları ve fonksiyon yerine getirmeleri adeta olanaksız hale gelmiştir. İşte bu sebeptendir ki, büyük ve köklü bir yerel yönetimler reformu yapılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Umarız ve bekleriz ki, CHP’li belediyelere yönelik bu operasyonlar durdurulur ve hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmayan tüm belediye başkanları görevlerine döndürülerek belediyelerde normalleşme sağlanır. Ve en önemlisi de, yazımızda belirttiğimiz Yerel yönetimlerin, gelişmiş Batı demokrasilerindeki örnekleri gibi, ülkemizin ve toplumumuzun çağdaşlaşmasını, uygarlık düzeyini yükselmesini ve demokratikleşmesini sağlayacak bir kamu organı olarak fonksiyon yerine getirmesini tesis edecek olan bir yerel yönetimler reformu zaman geçirilmeden hemen gerçekleştirilir.
Trend Haberler

Cuma günü Türkiye'ye giriş yapacak! Büyük patlama yaşanacak

Zeytinyağı fiyatları düşüşe geçti! İşte yeni etiketler

Bölge Ekonomisine Katkı: Mersin’e Modern Muz ve Mango Seraları Geliyor

Mersin'de zehirsiz üretim başladı! Artık herkes bu markayı alacak

Adalet Bakanlığı’ndan Beklenen Duyuru: 5 Bin Personel Alınacak! Adalet Bakanlığı personel alımı sonuçları açıklandı mı?

Balıkçı Köyünden Akdeniz’in Ticaret Üssüne: Mersin’in Bilinmeyen Hikayesi