Sabah uyanır uyanmaz aynaya bakan bir kişi… Gözlerini ovuşturur, saçına göz gezdirir, yüzünde belki bir sivilceye takılır, belki de gözü doğrudan beline, karnına, vücuduna kayar. “Oldu mu?” der içinden. “Bugün biraz daha kötü müyüm?” Bu, çoğu insan için sıradan bir sabah rutini gibi görünse de, aslında derin bir iç savaşın sessizce sürdüğü anlardan biridir. Beden algısı bozukluğu yaşayan kişiler için bu ayna yalnızca bir cam değil; zihnin karanlık yansımalarının perdeye düştüğü bir sahnedir.
Psikoterapi odasında sıkça duyduğum cümlelerden bazıları şunlar:
“Burnum yamuk, sokağa çıkmak istemiyorum.”
“vücudum geniş, kimse beni beğenmez.”
“Kollarımı göstermekten nefret ediyorum.”
Bunları söyleyen insanlar toplumun dayattığı güzellik kalıplarına birebir uymayan ama objektif olarak bakıldığında son derece normal hatta güzel görünen insanlardır. Çünkü mesele dış görünüş değil, o görüntüyü zihnin nasıl işlediğidir.
BEDENİMİZLE DEĞİL, ONA YÜKLEDİĞİMİZ ANLAMLA SAVAŞIYORUZ
Beden algısı bozukluğu (body dysmorphic disorder), kişinin vücudunun belirli bir kısmına takılıp kalması ve onu olduğundan çok daha çarpık, kusurlu ya da “çirkin” olarak algılaması durumudur. Bazen burnuna, bazen cildine, kimi zaman da vücut hatlarına takılır insan. Bu takıntı öyle bir noktaya gelir ki birey gününün büyük bir kısmını bu kusurla meşgul geçirir. Makyajla, kıyafetle, pozla ya da estetikle bunu düzeltmeye çalışır ama zihin ikna olmaz. Çünkü sorun görünende değil, zihindeki filtrede gizlidir.
Danışanlarımdan biri, “Ne giyersem giyeyim, sanki herkes göbeğime bakıyor” demişti. Oysa çevresinden gelen tepkiler tam tersiydi. İnsanlar onun sempatik olduğunu, enerjisinin yüksek olduğunu söylese de o bunları duyamıyordu. Çünkü iç sesi o kadar baskındı ki, dışarıdan gelen her olumlu cümle o içsel çarpıtmaların içinde boğuluyordu.
TOPLUMSAL KODLARIN ZEHİRLİ ETKİSİ
Sosyal medya, televizyon, dergiler ve dijital reklamlar, beden algımız üzerinde korkunç bir etkiye sahip. “Fit ol, ince ol, genç görün, pürüzsüz ciltli ol, kaslı ol, simetrik ol”... Bu ve benzeri yüzlerce mesaj, özellikle genç insanlarda “yetersizlik” hissini körüklüyor.
Filtrelerle düzeltilmiş fotoğraflar, estetik operasyonları normalleştiren içerikler ve takipçi uğruna kendini tekrardan şekillendiren bedenler, sağlıklı beden algısını tehdit eden sinsi bir salgın halini alıyor.
Üstelik beden algısı bozukluğu sadece kadınlara özgü değil. Erkeklerde de özellikle kas yapısıyla, boy uzunluğuyla, saç dökülmesiyle ilgili ciddi saplantılar oluşabiliyor. Erkek danışanlarım arasında, “Yeterince güçlü görünmüyorum”, “Omuzlarım dar”, “Çok zayıfım” diyenlerin sayısı hiç de az değil.
BEDEN ALGISI BOZUKLUĞU, SADECE AYNADA DEĞİL, RUHTA DERİN İZLER BIRAKIR
Bu bozukluk yalnızca fiziksel görünümle ilgili bir takıntı değil, aynı zamanda özgüven eksikliği, sosyal çekilme, depresyon, yeme bozuklukları ve hatta özkıyım düşüncelerine kadar varan ağır psikolojik sorunlara zemin hazırlar.
Kişiler sosyal ortamlardan uzaklaşır, fotoğraf çektirmek istemez, denize girmekten kaçınır, yeni insanlarla tanışmaktan çekinir. Hayat yavaş yavaş daralır. Ve belki de en dramatik olanı, insan aynaya her baktığında “ben kimim” sorusunu yanlış cevaplamaya başlar.
Peki çözüm var mı? Evet, var. Ama sabırla, anlayışla ve uzman desteğiyle...
İlk adım, insanın yaşadığı bu durumun bir “hastalık” olduğunu kabul etmesi.
İkinci adım, bedenini yeniden tanımaya ve sevmeye başlaması.
Bu noktada bilişsel davranışçı terapi, şema terapi ve beden odaklı yaklaşımlar oldukça etkili yöntemler sunuyor.
Ayrıca sosyal çevrenin anlayışlı, destekleyici ve yargılayıcı olmayan bir yapıda olması da çok kıymetli.
Bir psikolog olarak çağrım şudur:
Kendinizi başkalarının filtresinden değil, kendi gerçekliğinizden görmeye çalışın. Aynalar size bir beden gösterir, ama onu nasıl değerlendireceğiniz sizin zihninizin işidir. Ve eğer zihniniz size acımasız davranıyorsa, bilin ki yalnız değilsiniz. Yardım istemek zayıflık değil, iyileşmenin ilk adımıdır.
Çocuklarımıza beden sevgisini öğretelim. Onları kilolarıyla, boylarıyla, fiziksel özellikleriyle değil; karakterleriyle, yetenekleriyle, değerleriyle tanıtalım. Toplum olarak güzellik algımızı yeniden inşa etmezsek, her yeni nesil kendini yetersiz, eksik ve değersiz hissederek büyüyecek.
Son olarak…
Güzellik bir sonuç değil, bir süreçtir. Ve bu süreç; kendini kabullenmeyle, bedeninle barışmayla, iç sesini şefkatli hale getirmeyle başlar. Unutmamamalıdır ki:
Bedeniniz bir savaş alanı değil, bir yuva. Onu sevin,koruyun ve ona iyi bakın. Çünkü siz sadece dış görünüşünüzden ibaret değilsiniz.