Mel Gibson ve Helen Hunt’ın başrolde oynadığı “Kadınlar Ne İster?” (What Woman Want) filminde olduğu gibi gençlerin neler düşündüğünü ve neleri sevdiğini anlamayı sağlayacak bir yeteneğe sahip olmak, nasıl bir sonucun ortaya çıkacağını bilmek ilginç olacaktır. Tabii ki, bu gibi işler sadece filmlerde olur. Biz yine de gözlemlerimize dayanarak bazı tespitlerde bulunalım.

Önce, dünyadaki gençlik hareketlerinin çok kısa bir özetini yapalım. 1960’larda ABD’de başlayan ve Fransa ile birlikte tüm Avrupa’ya yayılan öğrenci hareketlerinin temel özelliklerini göz önüne aldığımız zaman, bu hareketin, Vietnam’daki savaşa, ırksal ayrımcılığa, üniversitelerdeki otoriteye, genel ahlaka, cinsler arasındaki eşitsizliğe ve geleneksel Amerikan değerlerine karşı bir hareket olarak sunulduğu söylenebilir.

Altmışlar döneminin sloganları gençliğin beklentilerini ortaya koyuyordu:

“Arzularımı gerçeklik olarak kabul ediyorum. Çünkü, arzularımın gerçekliğine inanıyorum”

“Birini ve herkesi sevin”, “Özgürlük bütün suçları bastıran bir suçtur”

“Kahrolsun tüketici toplumu”,  “Barikatlar sokağı kapıyor ama yolu açıyor”

“Devrimci düşünce yoktur, sadece devrimci eylem vardır”

Avrupa’dan başlayan dalga Türkiye gençliğini de derinden etkilemiştir. Yaşamı hemen değiştirme arzusu, bağımsızlık, özgürlük ve hakça bölüşüm ideallerinde yaşam bulmuştur.

Bugünün Türkiye gençliği neleri düşünüyor, neleri seviyor, neler bekliyor sorularına  yanıt verebilmek kolay bir iş değil.

-Gençler, önemsenmek ve değer verilmek istiyor.

-Gençler, gelecek kaygısı duymaksızın, söylemlerinin duyulacağı, kendilerini ifade      edebilecekleri bir ülkede yaşamak istiyor.

-Gençler, kendilerini herhangi bir şeye ait hissederek, aidiyet duygusunu pekiştirmek istiyor.

-Gençler, eğitimde fırsat eşitliği ve hakça bölüşüm istiyor.

-Gençler, yüksek standartta bir eğitim ve iş istiyor.

-Gençler, teknolojik donanım, bilgiye kolay ve ucuz ulaşım istiyor.

-Gençler, anlaşılmak, duygu ve düşüncelerini kolaylıkla ifade edebilmek istiyor.

-Gençler, toplumun ya da ailesinin kendisine biçtiği rolü üstlenmek yerine, kendi değerlendirmelerine ve tercihine dayanan bir meslek ve dünya görüşüne sahip olmak istiyor.

Bilim ve teknolojide, ekonomi ve finans sektöründe, üretim ve tüketim tercihlerinde meydana gelen olağanüstü gelişmeler altmış yıl öncesinin  gençliği ile şimdiki gençlik arasında büyük farklılıklar yaratmıştır. Sonuçta, neler değişirse değişsin, en önemli etkenin eğitim faktörü olduğunu görüyoruz.

Türkiye, 1960’lı yılların eğitim kalitesinden uzaklaşarak ya da eğitim sistemini dünyadaki hızlı değişime ayak uyduracak bir yapıya kavuşturamayarak hata yapmıştır. Bugün, halkın ve özellikle gençliğin yaşadığı sorunların temelinde bu yatmaktadır.

1961-1971 döneminde ortaokul, lise ve üniversite eğitimi yapan birisi olarak bazı anılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. O yıllarda özel dershaneler yoktu. Özel okullar ise yok denecek kadar azdı. Devlet eğitime önem veriyordu. Şimdiki gibi, sınıf geçmek ve diploma almak için sadece okula devam etmenin yeterli olduğu saçma bir sistem akıllardan bile geçirilemezdi. Diploma almak, zor, fakat çok onurlu bir süreçti. Yeni bir kitap bizler için çok değerliydi. Genellikle, bizden bir üst sınıfa geçenlerin kitaplarını ucuz bir fiyatla alır ve okul sonunda bizden alt sınıftaki arkadaşlarımıza verirdik. Bu durum, lisans eğitiminde de devam ederdi. Sınıftaki başarılı öğrenciler, öğretmenlerin de yönlendirmesi ile dersleri zayıf öğrencilere küçük gruplar halinde ders çalıştırırdı. Genellikle, evler küçük olduğu için bu çalışmaları dışarıda yapardık. İstasyonun karşısındaki şimdiki Mersin Kültür Müdürlüğü’nün bulunduğu bina 1966 yılına kadar Mersin Ticaret Lisesi’nin binasıydı. O tarihlerde istasyonun bekleme salonunda soğuk kış gecelerinde arkadaşlarımla birlikte ders çalıştığımı hiç unutmuyorum. İstasyon görevlisi biz geldiğimiz zaman salonun ortasındaki sobanın odununa takviye yaparak bizlere sıcak bir ortam hazırlardı.

İster sağdan sola bakalım, ister soldan sağa. Değişen bir şey yok. Cehalet, hukuksuzluk ve yoksulluk, özgürlüklerin ve toplumsal refahın önünde bir dağ gibi duruyor.