Kastabala Antik Kenti’ne ulaştığımda buranın Çukurova’nın Efes’i olarak adlandırılmasına gerçekten hiç şaşırmadım. Çünkü kentte aynı Efes’te olduğu gibi sütunlu ana cadde, kale, tiyatro, pazar yeri ve hamam gibi yerlerin olması bu benzetmeyi haklı kılıyor. Osmaniye’nin 12 km kuzey batısında Cevdetiye - Karatepe yolu üzerinde bulunan Kastabala, Ceyhan nehrinin yakınlarında yer alan Ortaçağda terk edilmiş antik bir kent. Sütunlu caddesinde yürürken yanınızdan bir Roma savaşçısı atıyla geçecekmiş hissine kapılıyorsunuz. Çevredeki köyleri görmeseniz kendinizi Roma devrinde yaşıyor sanırsınız. Kentin güzelliklerini bütünüyle görebilmek için kaleye çıkmaya karar verdim. Kalenin kuzeydoğusunda, kaleye ulaşımı sağlamak için blok bir kayanın insan gücüyle oyularak açılmış giriş kapısını gördüğümde gözlerime inanamadım. Bu nasıl bir emekti, nasıl bir çabaydı? Bu giriş kapısını açmak ancak binlerce işçinin yıllarca çalışmasıyla mümkün olmuştur.

Kastabala’nın bir diğer adanın Hierapolis olmasının sebebi kutsal topraklar üzerine kurulduğuna inanılması. Antik kenti gezmeye başladığımda ilk dikkatimi çeken, kentin üstünü tarım arazilerinin adeta bir yorgan gibi örtmesiydi. Antik kentin turizm potansiyelinin değerlendirilememesi insanın gerçekten içini acıtıyor. Müze Müdürlüğü kentin buğday tarlalarıyla kaplı olmasını, kentin köy merası ve şahıslara ait tarlalarla çevrili olmasına bağlıyor. Buranın Turizm Bakanlığı tarafından bir an önce kamulaştırılması gerekiyor.

Dikkatimi çeken bir başka olumsuzluk da antik kentin tam göbeğinden yüksek gerilim hatlarının geçirilmiş olması. Böyle bir anlayış ancak bizim ülkemizde olur diyerek pek de şaşırmadım. Umarım benim gördüğüm bu çirkin görüntüyü Osmaniye Turizm Müdürlüğü yetkilileri de fark etmiştir.

Sütunlu caddede ilerleyip antik tiyatroya yöneldiğimde bastığım taşın üzerinde roma yazılarını fark ettim. Üzerinde yazı olan taşın çok az bir bölümü toprağın üzerinden fark ediliyordu. Çok yakında yağmur yağmasının avantajıyla üzerinde yazı olan taşı, üstündeki toprakları elimle temizleyerek ortaya çıkardım. Benim için gerçekten çok heyecan vericiydi. O döneme ait altın bir sikke bulsam ancak bu kadar sevinebilirdim. Atılan her adımda tarihin fışkırdığı bu antik kentte son yıllarda Gaziantep Üniversitesinin kazı çalışmalarının devam etmesi ümit verici ama belli ki bu antik kentte daha yapılacak çok iş var.

Kastabala Antik kenti’nde yapılması planlanan güzel projeler de var. Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, “Bir Sütun da Sen Dik” sloganıyla tarihi kentin sütunlarını ayağa kaldırmayı planlıyor. Toprak altından çıkarılan sütun parçalarını birleştirmek çok zahmetli bir iş. Bu sütunların ayağa kalkmasının maliyetini karşılayanların adları sütunun altına plaketle yazılıyor. Aynı uygulama Perge’de yapılmış. Kültür mirasına sahip çıkmanın güzel bir örneği olacak gerçekten.

Gezimin ikinci bölümünde antik kentin büyüleyici güzelliklerini geride bırakarak Osmaniye’ye 30 km uzaklıktaki Karatepe’ye ulaştım. Burası Ceyhan ırmağıyla bağlantılı Aslantaş Barajının yapılmasıyla üç tarafı baraj gölüyle çevrili, ormanlarla kaplı yarımada üzerine kurulmuş bir açık hava müzesi. Bölge insanı aslan heykellerinden dolayı buraya “Aslantaş” demektedir.

Karatepe Açıkhava Müzesinden söz edip de efsane arkeolog Halet Çambel’den söz etmemek mümkün değil elbette. Bilim dünyası tarafından “Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer” olarak tanınan Karatepe Höyüğü’nde Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kurmuş isimdir. Kendisiyle ilgili önemli bir bilgi de ülkemizi olimpiyatlarda eskrim dalında temsil eden ilk kadın sporcumuz olması. Bana göre bu özelliklerinden daha da ilginç ve güzel olanı 1936’da Almanya’da yapılan olimpiyatlarda Adolf Hitler’in kendisiyle görüşme talebini reddetmesiydi.

Halet Hoca 1946 yılında Alman meslektaşıyla birlikte Karatepe’de kazılara başlar. Uzun yaşamının tamamını bu müzeye adayan Çambel, yaş haddinden emekli olduktan sonra bile buradaki çalışmalarına devam eder. Hoca müzenin bulunduğu yere iki göz bir ev yaptırıp eşiyle birlikte ölümüne kadar buradaki çalışmalarına devam eder. Müzeyi adımlamaya başladığınızda buranın adeta bir kuyumcu titizliğiyle, her bir metrekaresinin ne büyük emekler harcanarak yapıldığını görüyorsunuz. Parça parça olan tanrı heykellerini ve diğer heykelleri toplayıp ardından bunları birleştirmek için gösterilen çabayı fark ettiğinizde sadece hayranlık duyuyorsunuz ve bizim insanımızın isterse nasıl büyük işler başarabileceğini düşünüyorsunuz.

Müzeyi gezmeye başladığınız ilk noktada Halet Hocanın büstüyle karşılaşıyorsunuz. Keşke heykeli de dikilse diye düşündüm gördüklerim karşısında. Müzenin tamamı elips biçiminde bir arazi üzerine kurulmuş. Aslında müzenin bulunduğu yer bir kale. Yıkılan kale duvarları müze yapımından önce yeniden inşa edilmiş. Müzenin girişinde sizi sağlı - sollu konumlandırılmış iki aslan heykeli karşılıyor. Heykellerin hemen arkasında taş bloklar üzerinde o günün inanç ve yaşayışlarını sergileyen taş kabartmalar ve Hitit hiyeroglif yazıları mevcut. Dünya üzerinde Hitit yazıları ilk kez burada okunmuş. Bu yazıların çözülmesiyle Anadolu’da M.Ö. 2000 yılına kadar giden hiyeroglif yazıların tamamı okunmuştur.

Taş blokların hemen ardında yaklaşık üç metre boyunda fırtına tanrısının heykeli bulunmaktadır. Kuzeydoğu kapısında ise insan başlı, aslan gövdeli, karşılıklı iki sfenks vardır. Yine güney girişinde olduğu gibi taş kabartmalar üzerinde Hitit yazıları var. Tüm bu eserleri gördükten sonra onarılmış kale surlarının üzerindeki korulukta yer alan bir patikadan ilerleyerek açık hava müzesinin içindeki kapalı müzeyi gezdim. Kapalı müze içinde yine çok önemli heykeller ve müzenin yapımını resimlerle anlatan bir arşivi gördüm.

Karatepe Açık Hava Müzesini görmek isteyenlere tavsiyem buraya olabildiğince erken saatlerde gelmeleri olacak. Gezmek isteyenler bilmeliler ki burası Hitit uygarlığının tüm sırlarını saklıyor. Anadolu’nun uygarlıklarına bir de Çukurova’nın bu muhteşem noktasından bakın derim